13 Temmuz 2014 Pazar

KÜBA GEZİ NOTLARI

KÜBA

21Ekiim 2012 , Paris aktarmalı olarak Havana’da file çoraplı bayan gümrük memurlarının pasaport konturolünden sonra vakit kaybetmeden iki gün kalacağımız , Unesco koruması altında olan barok tarzı binalar ,Morro Kalesi, katedral … Ernest Heminway’ın uzun süre yaşadığı Ambas Mundos otelde bizde yazar gibi yedik içtik…. ve şehir turu ile buradaki gezimizi tamamlayıp Cıenfuegos üzerinden Trinidad geldik.Trinidad Unosco koruması altında olan evleri , sokakları, barları ,dansları ile Küba kokan bir şehir.Bol fotoğraf ve çevre gezileri ile geçen iki günün ardından Santa Clara . Burası Küba devriminin en önemli noktalarından. Che Guevara’ nın kocaman anıt mezarını ziyaret edip ,gençlik yıllarını anısına, aklımızda kalan marşlar ile ruhuna haber yolladık.Buradaki gezimizden sonra en güzel şehirlerden olan Varadero’ya geldik. Şansımıza deniz fırtınalı ama muhteşem güzellikteki bu yerde en güzel yemekleri yedik çok keyifli vakit geçirdik.. Kiraladığımız 1926 model Ford araba ile bütün şehir turu ,keyfine doyamadık ertesi gün 1959 model Cadillac ile yakın bölgele keşifleri ve en önemlisi gerçek Küba rom’unu doyasıya tadına vardık. . İşte hayat.. 1950 li yıllarda Jose Marti (Jose Julian Marti Perez ), Ernesto Che Guevara ( Ernesto Rafael Guevara Dela Serna ) ve Fidel Castro (Fidel Alejandro Castro Ruz)’ nun Fulgencia Batista rejimine karşı mücadele verdiği , özgürlük savaşçılarının ülkesi ,,.. Bugün,Amerikan turistler,para ve kapitalizmin acımasız baskısı altında değişen ülke. .Mc Donalds, KTC.. gelmeden yetişebildik Akşam kötü haberi aldık, maalesef gezi bitmiş dönüş hazırlığı.Gene paralar yandı..

Bu gezi ile ilgili fotoğraflara ve diğer geziler ile ilgili fotoğraflara www.hayrettinkagnici.com dan ulaşabilirsiniz.

sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı

www.hayrettinkagnici.com
Ekim 2012

İSRAİL GEZİ NOTLARI

                                                           



                                                                    İSRAİL
 
 
İsrail, Kutsal topraklar, Kudüs yani Jerusalem,.. Hz. İsa'nın Romalılar tarafından çarmıhı ile yol boyunca dolaştırılıp getirildiği ve çarmıha gerildikten sonra gömüldüğü , sonra da buradan göğe yükseldiği ,daha sonraları daburada yaptırılan Hıristiyan alemin de kiliselerin anası olarak kabul edilen en onemli kutsal yer , Kıyamet Kilisesi (Saint Sepulcre Bazikası ) .Aynı duvarı paylaşan hemen bitişik Hz. Ömer cami. Birkaç yüz metre mesafede MÖ. 1000 yıllarında Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman tarafından yaptırılan Yahudi alemi için en kutsal olan Hz. Süleyman Tapınağı , hemen üzerinde MS. 600 lu yılların sonlarında yaptırılan içerisinde Mescid-i Aksa ve Kubbetüs Sahra'nın da bulunduğu yaklaşık 160 dönüm alan Haremi Şerif . Hz. Muhammed'in Allah'ın yüce katına yükseldiği yer. Bu gün, Hz .Süleyman tapınağından kalan duvar,yani ağlama duvarına geldik.Kontrollu girişten sonra büyük bir meydan , herkesin yüzü duvara dönük dua ediyor. Siyan elbiseli , siyah şapkalı yandan bukle saçları sarkan Yahudi'ler çoğunlukta .Bunlara Hassidim deniyor, koyu dindar olanlar askere gitmez, vergi vermez, çalışmaz, sadece Tevrat okur ve dua eder, devlette bunlara bakar, oh ne güzel .Nüfusa oranla azda değiller hani.Kendinden geçercesine sallanarak dua edenler, etrafı süzerek dua edenler iç içe. Hemen bitişik olan Mescidi Aksa'ya gidip bizde dua edelim dedik. Vardık kapıya ,…duuur. Durduk, pasaport kontrol, askerler pasaportlarımızı evire çevire kontrol ettiler, geç, geçtik ,tekrar, duuur…. Kocama bir Arap yol kesti, Fatiha’yı oku,..pardon!..Fatiha suresini oku, okuduk geçtik.Okuyamayana geçit yok . Baktım herkes sınavı geçmiş toplandık.

Önce Kubbetüs Sahya'ya gittik. Altın kubbeli muhteşem yapı, Hz. Muhammedin gökyüzüne, Allah’ın huzuruna yükseldiği yer.Müslüman aleminde Recep ayının 27.sinde olduğuna inanılan bu büyük buluşma Mirac kandili olarak kutlanır.Girdik dua ettik , aynı alanda olan Mescidi-i Aksa camisine geçip burada da dualar edip ibadetimizi tamamladık. Dualarımız kabul olur inşallah , tez zamanda kalıcı barış olur. Bütün sokakların da cami , kilise , sinagog lar olan, dünyanın en eski şehirlerinden biri, tarihi , kutsal Kudüs. Bütün semavi dinlerin ve bütün inançların temeli olan barış sevgi ve hoş görü,burada nasıl oluşacak ....bir sokak Arap mahallesi, yan sokak Yahudi mahallesi, diğer sokak Hıristiyan mahallesi .Gözüken o ki beraber yaşamaktan, ortak sevgiden başka yol yok. İşte Kudüs böyle bir yer.Bir süre sonra dilime Şenay’ın eskilerde kalan şarkısı takılıyor……. İnsanlar el ele tutuşsa, bütün dünya buna inansa, hayat bayram olsa….. Belki , bir gün,inşallah,dileklerimiz ile devam. Bu gün Filistin Batı Şeria özerk bölgesine gidiyoruz.Tamamen İsrail toprakları için de özerk ama izole bölge. Mutlaka İsrail topraklarından geçmek gerekiyor gitmek için.Kontrol noktalarını rahat geçtik. Geçtiğimiz yollar İsrail’e ait ancak yol bariyerlerinin hemen dışı Filistin toprakları , komik gibi sanki. Hani yolda bazen papatya toplama molası istenir ya,öyle bir durumda bireysel sulama işlemi için Filistin’e geçip tekrar İsrail’e dönmek gerekir. Filistin Batı Şeria’da Beytülrahim’e (Betlehem) geldik..Bir süre sonra İngilizce konuştuğuna karar verdiğimiz Filistin’li rehberin peşindeyiz.Kaybolmayalım diye devamlı sayılıyoruz.Hz.İsa’nın doğduğu kabul edilen yer ve üzerine yapılan Nativity Kilisesi, Daha bakımlı olabilirmiydi diye düşünüyorum!.Çevreyi ve çarşıyı gezdik, tipik Arap şehri.Dağınık, müzik, karmaşa…Yolda büyük gürültü, yarı bellerine kadar arabalardan sarkmış ellerinde Filistin bayrağı olan bağrış çığrış 20-30 arabalık konvoyla Filistin’liler.Ne bağırıyorsunuz diye sormak geçti içimden, yemedi,.. sıkmadı derler ya ..Gene sağımız-solumuz Filistin,önümüz-arkamız İsrail olan yoldan dönüyoruz. Bu gün önemli, Golan tepelerine gidiyoruz.Hep merak etmişimdir ,hem tepe gibi hem de önemli. Yol boyu askeri bölgeler ve askeri araçlar .Çıktık tepeye , gördük ,Suriye ile sınır olan gerçekten stratejık önemi olan bir yer.Suriye sınırı nereden başlıyor diye sorduk. Cevap ‘ yeşilin bittiği yerden ‘.Suriye sınırına kadar neredeyse her yerde tarım yapılıyor , ağaçlık, yeşil. Karşı taraf sarı çöl toprağı. Belki de Suriye ’liler burayı çöl olarak seviyordur diye düşünüyorum. Buradan Hz. İsa’nın vaftiz olduğu Ürdün nehrine geldik.İnsanlar buraya gelip suya girerek günahlarından arınıyorlar. Kendimi dinledim, geçmişimi gözden geçirdim, şimdilik idare eder, dedim girmedim kutsal Ürdün nehrine.Önemli yerlerden biri de Nazareth . Meryem Ana’nın Hz. İsa’ya hamile olduğunu açıkladığı yer ,Güzel Meryem Kilisesi ( Church of the Annunciation) .Eski kalıntılar üzerine yapılmış yeni muhteşem bir kilise.Yahudi rehberimiz, nedense buraya pek gelmek istemedi zorla da olsa çok kısa bir tur ile geçiştirdik.Aslında burada çok hikayeler vardı.Bir başka sefer inşallah diye fazla zorlamadık. Massada,Lut gölü,Tıberias ,Nazareth, Haıfa ,Akka,Jaffa ve Tel Aviv.Buralara yaklaştıkça medeniyeti fark ediyorsunuz.Trafik sıkışmaya ,binalar uzamaya başladı…Modern şehirler.. Bir çok yerde Osmanlı’nın ayak izlerini görmek mümkün. Camiler ,saraylar,hanlar ,hamamlar ,surlar.. Son bin yılın sayfalarını hızla çevirince,..Hey gidi Osmanlı hey..Bir zamanlar neymiş… Atatürk’ün 1920 lerden sonra ülke kalkınması için önem verdiği konulardan biri de,köy kentler, kooperatifler,köy enstitüleri,halk evleri gibi projelerdi.Zaman için de bunlar gereksiz veya ideolojik nedenler gösterilerek kapatıldı.İsrail 1950 lerden itibaren benzer proje ile çok fazla işler başarmış.Kibbutz adı verilen tamamen kooperatif düzeninde olan birimler. Önceleri herkesin eşit kabul edildiği ortak yaşamı benimsemiş, sonraları modern yaşama uyarak katı disiplinden uzaklaşmışlar.Bu gün İsrail’de 200 ün üzerinde kibutz var.Her biri farklı alanlarında çalışıyor.Tarım,hayvancılık,elektronik,savunma sanayi,turizm,tıp,ilaç sanayi….gibi.Bu konulardan bazılarında gerçekten teknolojik olarak belli bir yere gelinmiş.Her türlü bilimsel araştırmalar da yapabilen ve tamamen ticari amaçla üretim yapan kibutzlar ürettiklerini devlete veya herhangi bir yere satabiliyorlar.Yuda çölü ortasında ki bir tarım kibutzuna uğradık. Çölün ortasında her türlü tarım yapıyorlar.Dalından mandalina..harika… Bu gün İsrail’in gelişmesinde ki en önemli projelerden biri. Bizde, Atatürk’ün benimsediği, bizim aklımızın yetmediği için yasakladığımız bu proje devam etseydi, Türkiye bu gün daha mı kötü olurdu ?... Hayır,bir çok konuda çok farklı olurduk diye düşünüyorum. Cuma, artık dönüş yaklaştı, uyarı geldi ihtiyaçlarınız varsa alınız, öğleden sonra ve Cumartesi her yer kapalı.Hanımlardan ,”fark etmez biz alış-veriş yeri buluruz” diye yanıt geldi..Hah, haa…erkeklerin mutluluğu.Cuma öğleden sonra Şabat başlıyor, her yer kapalı,açık yer yok.İnanışa göre Tanrı evreni/dünyayı altı günde yaratmış, yedinci gün dinlenmiş.Bu nedenle Cuma öğleden sonra ve Cumartesi açık bir yer bulmak neredeyse imkansız.Özellikle dindar olanlar,kesin para işleri ile uğraşmıyorlar ve hatta metal olan şeylere dokunmuyorlar bile.Doğrusu, Yahudi’ler için paradan uzak olmak çok zor olsa gerek. Dünyanın dikkat ile izlediği ,manipülasyonların bol olduğu,bizim de etkilendiğimiz Ortadoğu’da bitmeyen çile.Karanlık odada,siyah masada oturan,siyah elbiseli, kara gözlüklü adamaların verdiği kararlar ile yürüyen işler.Aynayı karşımıza oturtsak ve dürüst olarak konuşsak, barış istiyormuyuz diye!!....Özellikle barış için büyük çığlık atanları duymak isterdim. ….
 
Bu gezi ile ilgili fotoğraflara ve diğer geziler ile ilgili fotoğraflara www.hayrettinkagnici.com dan ulaşabilirsiniz
 
 
Sevgilerimle
 
Hayrettin Kağnıcı
 
Ekim 2013
 
 
 

ÇİN (GÜNEY) GEZİ NOTLARI




                                                               GÜNEY ÇİN

 
Çin’de yaşayan etnik gruplar kendi kültür ve geleneklerini koruyarak yaşamaya devam ediyorlar.Bir kaç yerde ,yarı turistik de olsa gerçekten özgün müzikleri ve kıyafetleri ,dansları ile çok güzel gösteriler sundular. . Burada her şey kendine özgün , sanki Çin gibi değil.Hani Çin deyince aklımıza kısa boylu çekik gözlü insanlar gelir ya, burada neredeyse arar olduk.İnsanlar uzamış güzelleşmiş , batılılaşmış. İşte burada da Mao ‘nun katı güçlü komünizimin , batı emperyalizmi karşısında karşında hızla değişmesi . Mc Donalds’lar , pizzacılar neredeyse bütün “ fast food “ lar hepsi var. Programda , bir çok “ impressive show “ görülecek diye belirtilmişti. Bu kadar fazla olunca abartı diye düşündük ve de çok önemsememiştik.Biz severiz bazen bir çok şeyi çok önemliymiş gibi göstermeyi.İlk “ impressive show “ diye akşam tıkıldık otobüslere gittik kocaman bir yer, organizasyon , oturduk bekledik..Kocaman bir nehir ( Lin nehri ) üzerinde sahneye konan MUHTEŞEM bir müzikal, 750 kişi nehir üzerindeki onlarca gemiler ile gösteriye eşlik ediyor.Arka da aydınlatılmış dağlar , Bu kadar geniş bir doğa alanının sahne olarak kullanıldığını ilk defa görüyorum.Hiç duymamıştım. Gerçekten anlatılması çok zor çook muhteşem bir gösteri. , 10 yıldır her gün aynı oyun 2 seans kapalı gişe oynuyor. 5000 kişi seyirci , çok da ucuz değil hani… Oyun sonrası kimse konuşmuyor ..Sonraki günlerde de “ impressive show “lar vardı .Artık küçümsemek yerine daha heyecanlı bekleyiş. Sabah erken karanlıkta otobüsler ile karanlıkta yollardayız , bir dağ yamacının eteğinde kurulan sahne ye karşı yerlerimizi aldık.Günün aydınlanması , güneşin ilk ışığı sahneyi aydınlatınca gösteri başladı.yüzlerce oyuncu var sahnede , onlarca atlılar , onlarca davulcular ,yöresel bir tema üzerine MUHTEŞEM bir şölen . Sanat , sahne ,yaratıcılık böyle bir şey galiba.. Kimdir bu insanoğlu diye sorduk, Zhang Yi Mon diye bir sahne yönetmeni, dünyanın en bilinen yönetmenlerinden biriymiş. Gerçekten birbirinden MUHTEŞEM tam 9 aoyun seyrettik. Her gösteri sonrası cevapsız klasik soru , neden bizde böyle şeyler yapılmıyor.??!! Beklenenin aksine hızla gelişmekte olan bölge. Bulunduğu şehre göre dört numara büyük kocaman hava alanları, geniş yollar .Kentsel dönüşüm burada da var binlerce çok katlı binalar , yeni yerleşim alanları ve en önemlisi beklenmediği kadar çevreye olan duyarlılık…. Oteller kocaman ve yeterince …bazılarında lisan bilen eleman sorunu var ancak en kolay çözülecek olanı. Yani neredeyse hey şey tamam gelsin turistler , gelsin paralar.. Hep duyarız, Dünya Mirası diye ,.,ne kadar önemli ve etkin olduğunu gördük. Turizme yeni açılmaya başlayan Güney Çin bölgesi elindeki miraslarını çok iyi değerlendirmiş. , koruma altına almış, ve turizm üzerinden paraya çeviriyor. Bu gezimizde 14 Dünya mirası gördük , her biri çok güzel anlatmak ile bitmez . görmek lazım… Başlangıçta ,uzun seyahat programı , grup için de bazı zorlanmalar olabilir endişesi vardı. 23 gün yetmedi , kısa geldi. Son gün yapılan incik boncuk alışveriş , havaalanı yolu üzerinde on numara masaj.. işte bu kadar olur … Her şey güzel ve muhteşem.. ama son gün , rüya bitti……
 
Güney Çin ile ilgili fotoğraflara ve diğer gezi ile fotoğraf ve notlara www.hayrettinkagnici.com dan ulaşabilirsiniz.
 
Saygılarımla
 
Hayrettin Kağnıcı
 
 
Mayıs 2013

RUSYA GEZİ NOTLARI





                                                               RUSYA

 
Sabah telefon çaldı arayan sevgili Atila,
 
-hazırlan Rusya'ya gidiyoruz,.
 
-çok teşekkür ederim mümkün değil, bu aralar ayrılamam buradan,,
 
-muhteşem bir seyahat olacak, Unesco Dünya Mirasları , kolay gidilemeyecek yerler , fırsat...sıra dışı .. düşün.,,
 
-çok teşekkür ama zor. ?. ...
 
Gece kıyamet koptu, beynim ile kalbim tartışıyorlar. Birisi, büyük fırsat, değerlendirmek gerekir.Diğeri, farkındalıklarını arttırırsan her zaman fırsatları yakalarsın diyor. Karışmadan dinliyorum, uzun süre sonra sessizlik; Karar anı,.. gidiliyor., oley..... hazırlıklar başlasın., Sabah Atila 'yı aradım;
- abi kötü haber, bizde geliyoruz,…. Yippuu, heyyooo. çok güzel , özellikli yerlere gideceğiz, ..
 
Gezi, Ege ve Kağnıcı aileleri. Moskova’ya gitmeden iki gün önce google 'a yazı ile müracaat ettik , hava nasıl olacak diye...cevap geldi, .güneşli-açık-sıcak.. gittik , yağmurlu-kapalı-soğuktu,……… " nooldi , pilemedin oni., zor mi celdi.." Üç günlük Moskova ziyaretimiz de her gün yağmurlu olmasına rağmen bütün planlanan yerleri ziyaret ettik .Deli Pedro, Korkunç Ivan’ın yaşadığı yerler bir sürü kremlin. Akşam otele dönüyoruz, muhteşem bir müzik geliyor kulaklarımıza .. ışığa yönelen kelebekler gibi çekiyor bizi . Efsane Bolşoy tiyatro binası bahçesinde açık hava konseri .Havaya rağmen sonuna kadar dinliyoruz. Günün sonunda muhteşem final , bingo. Otele geldiğimizde organlarımıza kadar ıslanmıştık. Zor kurudular , ama değdi , hele konser, şikayet yok. Son gün büyük usta, Nazım Hikmet'i Unesco Dünya Mirası Novodeviçi mezarlığında ziyaret ettik. . Çok güzel muhteşem mezarlık onlarca mezar, hepsi altında yatanları tasvir eden heykeller ile dolu Sanki ünlülerin heykel sanat galerisi. Her mezarda günlük taze çiçekler ,kimisi elinde size uzatıyor gibi ,kimisinin önünde. Burada bir fani olarak bile çok değerli olamıyor insan. Büyük usta kendisine yakışır sade ama görkemli ağır taşın altında yatıyor. Unutamadığım şiirlerinden, aklıma gelen, ….




Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı



Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin




Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil




Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için..




  yaşamak yani ağır bastığından… Yağmur gittikçe hızlanıyor, ama ıslanmıyoruz.Önünde saygı ile dualarımızı okuduk, bir gün aynı düzlemde buluşmak üzere geçici olarak ayrıldık. Senden çok feyz aldık sevgili Nazım... Bu gezimiz de ağırlıklı Unesco Dünya Mirası eserlerini ziyaret edeceğiz. Önce, Rus Ortodoksların Vatikan’ı olan çok bilinen kutsal mabet Sergiev Posad’a katedraline gidip, dua ettik.Memleketim için hayırlar olsun , bizlerin günahları af olsun diye. İnşallah kabul olur , göreceğiz.. Vladimir üzerinden Suzdal’a varıyoruz.Kremlin içindeki muhteşem anıtlar, sanki kremalı pasta gibi . Kremlin, içinde mutlaka manastır veya kilise olan , bulunduğu yere bağlı olarak ayrıca bölge yönetim binaları veya askeri merkezler olan, etrafı duvarlar ile çevrili girişi kontrollü olan bölge.En önemli ve bilinen Moskova’da olan , içinde bakanlıklar, yönetim ve idari binaları, resmi konutlar olan Rusya’nın yönetildiği etrafı duvarlar ile çevrili Kremlin.Aslında buraya uğrayıp dünyadaki yanlışlıklar hakkında değerli görüşlerimizi bildirmek istedik !, kabul etmediler. 1917 de Çarlık Rusya’sı , Bolşevik hareketi ile devrilip yeni rejim ile birlikte manastırlara, kiliselere ve camilere kısıtlama gelince ilgi azalmış ve bakımsız kalmışlar.1990 yılında Mihail Gorbaçov ile tekrar sosyal hayattaki kısıtlamalar kalkınca , bütün kilise , cami ve mabetlerin onarımı ve bakımı yapılmış , devam da ediyor.O ne muhteşem kiliseler ., manastırlar sanki hepsi altın dan yapılmış, ne emek ne para...Rus Ortodoks cemaati buralara gittikçe artan ilgi gösteriyor.Bunların çoğu kremlinlerin içinde. NizhnyNovgorod, Oka ve Volga nehirlerinin birleştiği yerde .Kafe , restoranlar, sanki Avrupa şehri .Kremlindeki askeri müze ve binalar ,çevre tertemiz, pırıl..Buradan sonrası ; Rus’ların bittiği, Rusya’nın başladığı yerler. Rusya’daki altı Türki cumhuriyetten biri olan Tataristan ,başkenti Kazan. Geniş yolları, temiz ve düzenli şehir ve 43 üniversitesi var . Önemli yerlerinden kremlin,içinde kilise ve 2005 yılında tamamlanan Kul Şerif camii. Biraz turistik gibi sanki, ikinci kata çık , fotoğraf çek , dolaş...sanki o kutsal huşu veren ruh yok gibi.Burada Korkunç İvan’ın izleri her yerde . 1550 lerde işgal de çok Tatar öldürülmüş çok sevilmeyenlerden . Hani Tatar deyince elmacık kemikleri şişik , kısık göz kapakları arasından bakan yüzler gelir aklımıza. Burada çok az. Nerede bunlar dedik, başladı hikaye..4. yüz yılda Kafkasların kuzeyinde yerleşen Bulgar’lar 900 lü yıllarda aşağıdan gelen Arap istilası ile bir kısmı Tuna nehrini takip edip bu günkü Bulgaristan bölgesine yerleşmiş, bir kısmı da Volga nehri boyunca ilerleyip bu günkü Tataristan bölgesine yerleşmişler...,1400 lu yıllarda Cengiz han orduları ile buraları işgal etmeye başlayınca , topladıkları esirleri kendi ordusunda ön saflarda savaşa yollarmış.Ön saflarda savaşanlara "dada" sonraları "dadar " daha sonraları da " tatar" denmeye başlamış.Bu insanların yasadığı bölgeye de Tataristan denilmiş. Yani Tatar diye bir ırk yok . Tataristan da yaşayanlar Bulgar soyu..ama ülke adı Tataristan. Kışları bir metre kalınlığında buzla kaplanan,en geniş yeri 40 km. olan Volga nehri burada her şey.Tekne ile eski dönemlerde başkent olan Bolgar’a gidelim bakalım neler var dedik.Kremlin eski kilise kalıntıları ve 2 sene önce açılmış cami.İbadet var mı yok mu belli değil.İtalyan’lara birkaç yıl önce bastırılan 500 kg. ağırlığında kocaman bir Kuran,dünyada tek miş !! Unesco Dünya Mirası Türkiye delegesi Atila Ege’nin dünya ve Türkiye’de ki Unesco Dünya Mirasları ile ilgili olarak konferansı için Kazan, Tipsi Üniversitesine davetliyiz.Büyük ilgi .,, herkes konuya hakim gibi..rektör yardımcısı bizim ile özel olarak ilgileniyor, konferans sonra sı özel odada yemek, altımıza özel araç ve rehber .Adımıza bütün organizasyonlar , rezervasyonlar tamam..hayat birden kolaylaştı vay be... Sabah erken saat. Samara dayız,hava beklenen den çok güzel , kuşlar haber vermiş olmalı ki sabah otelden özel araç ile alınıp Stalin’nin sığınağına gidiyoruz. 1940 larda Hitler Rusya’yı işgal etmeye başlayınca Stalin Samara'da bir sığınak yaptırmış ve savaşı buradan yönetmeye başlamış. 10 metre çapında , 1.5 metre beton duvarlı 38 metre derinliğinde , kuyu gibi bir sığınak . Bütün dış etkilere karşı korunaklı, iki farklı çıkışı , 8 katlı, içinde çalışma odaları ,toplantı odası var. .Savaş buradan yönetilmiş.1942 yılında dokuz ayda 600 kişi ile tamamlanmış.27.000 m3 toprak çıkarılmış,, 5000 ton demir ,10.000 ton beton kullanılmış . Dönemin bütün hikayeleri ..., bütün önemli kararların merkezi .Ziyaretçi çok az , biz çıkarken küçük bir grup geldi .Çok ilgi yok herhalde diye sorduk ,bi tokat daha…. Buraya Savunma bakanlığından izin ile giriliyormuş, halen ziyarete açık değil, Adamlar bizim için iki günde müracaat edip izin almışlar.Vay anasına… , biz neymişiz be abi...Havalara gireceğim artık , koltuklarım kabardı iki kişilik yere sığmıyorum , yürüyüşüm değişti .Her şey çok kolay artık, hem de Rusya da. Nayanova Üniversitesine götürülüyoruz.Kapıda rektör, öğretim görevlileri bir sürü fotoğrafçı bizi karşılıyor.Artık eminim bizi tanıyorlar..bütün güzeller " helloo Atila " deyip Atila’yı öpüyorlar hem de üç defa , adetmiş. Bize kuru bir hello düştü.Büyük masa ; pasta,börek,çay harika .Atila, Unesco Dünya mirası hakkında genel bilgi veriyor, ben çaktırmadan börek çay.Masa da Üniversitenin rektörü de var, hep beraber Üniversiteyi gezdiriyorlar bilgi veriyorlar.Oradan başka bir orta öğretim okuluna gidiyoruz, konu,dünya mirasları herkes çok ilgili .Sonra iki okul ziyareti daha.Bizde yüz kişiden kaçımızın dünya mirasları hakkın da bilgisi vardır bilmem.Bu okullar “Unesco Dünya okulları birliği” üyesi.Çocuklar ana okulundan itibaren dünyada farklı etnik guruplar olduğunu ,bunların farklı kültürleri olduğunu herkesin birbirine saygı duymasını ve kültürlerini kabul etmesini öğreniyorlar .Dünya barışının bu şekilde gerçekleşeceği öğretiliyor. Utandım…., Bir, bizde böyle birliğe kayıt olan veya müracaat eden okul veya üniversite yok ve bu konu ile ilgili hiçbir okulda bilgilendirme dahi yapılmıyor. İki, yol arkadaşım sayın Atila Ege bu konuda dünya da bilinen ve takdir edilen muhterem.Herkes tanıyor.Gene rehber , araba ..vedalaşıyoruz.Gene güzeller Atila’ yı üç defa öpüyorlar. bize gülücük düştü.Valla kıskançlık başladı. Sabah,hava güzel , kahvaltı sonrası iki kişi Atila'yı aldı, iki kişi de bizi arabalar ile götürdüler.Artık program bizim kontrolumuz da değil , bilmiyoruz da. İki farklı okul da öğrenciler ile toplantı yaptık, geceleri Atila'dan Unesco mirasları hakkında öğrendiklerimizi paylaşıyoruz. Harika ,sonuç hep dünya barış ve kardeşliğine geliyor.Dünyayı yönetenlerin burada olup bunları dinlemesi lazım.Öğlen gibi Atila’da geldi , konferanslar aktiviteler de bulunmuş.Türkiye hakkında çok şeyler anlattık, davetler ettik, turizm de artış beklentisi..Tekrar başka bir yere gidiyoruz. Gene kapılarda karşılama , geleneksel kıyafetler ile şekerli ekmek ikram ediyorlar, tuza batırıp yiyoruz. Aile bütünlüğünü remz ediyormuş...Eski gelenekleri ve yaşamı anlatan gösteriden sonra harika bir sofra.Hem nezaketen hem de gerçekten çok lezzetli oldukları için tarif soruyoruz.Hemen hareket başladı, çoğunu paket yapıp yanımıza yolluk olarak veriyorlar. Elimizde ilave poşetler ile , şehir turu.Bu kadar ilgi karşısında sıkılganlık ile memnuniyet arasında sıkışıp kaldık. .Vedalaşıp tren ile Ufa'ya gidiyoruz. Ufa , Türki Cumhuriyetlerinden Başkordistan'nın başkenti. Yaşayan lar ise çoğunlukla Baskord'lar ( veya Başkırlar ) ve Tatar'lar.Geniş yollar, düzgün sakin bir yer.Bir gece tamamdır..deyip geçiyoruz. Sterlitamak, daha sonra da Krasnousolski ve Kugarhun... Türk soyu Tatar ve Başkord’ların konuğu olduk. " hallar nişik " yani nasılsınız dediniz mi tamam, buyrun yemek davetine.Aynı gün üç öğlen yemeği yedik, hepsi güzeldi ama mantılar ...mmmmm , misafirperverlik maksimum da. Burası bölge coğrafyasında en güzel bal üretmesi ile biliniyor.Elli, altmış çeşit var,,hepsini tadıyoruz … ommmm…hepsi muhteşem, yeterince alıyoruz. .Bitmeden kahvaltıya bekleriz. Fırsat bulduk geleneksel Rus hamamına da gittik, sauna gibi ama meşe dalları ile her tarafınızı dövüyorsunuz , ,neymiş kan dolaşımı için faydalı imiş. Burada son gün, kaplıcalara gideceğiz, hava soğuk, açık hava havuzları , bizden başka kimse yok.Kaynak suyu, çok faydalı ve kutsalmış üç defa girilmeli imiş..Hoop..atladık… amanın…donduk, su sıfır (0) derece .bir beden büzüştüm ,dışarısı on (10) derece harika geldi. Gerçekten sağlığa çok faydalı , akıl sağlığı için özellikle.Akıllandık,girmemek gerekirmiş,biz faydasını gördük.! İstanbul Boğazı, Asya ve Avrupa kıtasını ayıran sınırın bir kısmı , peki başka nereden geçiyor?, Başkordistan bölgesinden , yani Başkordistan’nın bir kısmı Avrupa diğer kısmı da Asya kıtasında. Son noktamız Yekaterinburg. Romanof sülalesinden son Rus Çarı 2. Nikola'nin asit çukurunda 4 kızı , oğlu ve karısı ile birlikte öldürüldüğü yer. Yani, Rus Çarlık döneminin bittiği yer.. Şimdi burada her biri adına kilise yaptırılmış ve sonraları da aziz ilan edilmişler. Rusya’nın endüstri ve savunma sanayi olan bölgesi. Belli, her şey kontrol altında.Asya ve Avrupa sınırının bir kısmı da buradan geçiyor, gittik, inadına en az on defa sınırı geçtik , döndük. Sormadılar vize mize.. Trans Sibirya hattında tren, otobüs, araba ile 2000 km den fazla yol yaptık. Prestorayka'dan ( Rusya'daki rejim değişikliğinden sonraki yeniden yapılanma ) zıtların yaşandığı ,sivri uçların olduğu yerler. Mütevazi şartlarda ki bir kasabada bile yanınızdan geçen Porsche jeep , veya metrelerce uzunluktaki limuzinler artık çok yadırganmıyor.Evlerde konuk olduk, beraber yemekler yedik. Rusya'da her yerde Lenin heykeli görebilirsiniz , ama Stalin heykeli yok . Bir çok kişiye sorduk bildik soruyu !, ancak özellikle gençlerden net cevap yok,,., Rusya'da komünizm döneminde çok sert yönetimi ile çok can yakan Stalin , dönemi hatırlatan istenmeyen sembol olmuş, prestoreykadan sonra bütün heykelleri yıkmışlar. , sorduk , Marks, Engels ,Hitler,Atatürk’ün kitaplarını okudunuz mu,ne anlatır diye ?, genç nesil , kem kum ocuk bucuk.....,biz 68 kuşağı bunları neredeyse ezberlemiştik. Zıtlıkların keskin olarak birlikte yaşandığı ülke. Dünya emperyalizmin hakimiyetinde, dünya barışını arıyoruz , aferin bize, ,, yol doğru !!!!... Bir de cevabını bulamadığımız konu; hızlı bir şekilde cami ve kilise yapılıyor ve eskiler onarılıyor, gerçekten bu kadar talep var mı , yoksa gelecek için organize işler mi .?!
 
Bu gezi ve vw diğer geziler ile ilgili fotoğraflara   www.hayrettinkagnici.com  dan ulaşabilirsiniz.
 
 
Saygılarımlla
 
  Hayrettin Kağnıcı
 
 
Eylül 2013

BREZİLYA GEZİ NOTLARI

Brezilya Samba ve futbol yok ise… Brezilya da hayat yok demektir… Rio De Janerio, 10 milyon nüfus, 4 km uzunluğunda Copacabana kumsalı..Burada hava güneşli ise mutlaka yapılması gereken kumsal gezintisi!!, Çukulata , kaymak renklerinde ,ölçüleri altın oran ölçeğinde tangalı hatunlar..Hani şarkısı var ya , işte öyle bir şey… Uyuşturucu , silah, kaçak işler, her türlü kanunsuz işler merkezi , Favela, Rio’da kendine özgün bir gecekondu bölgesi. .En ünlü futbolcular,sambacılar ,ressamlar,sanatçılar ..bu bölgeden çıkıyor. Polisin bile ancak operasyon ile girebildiği milyonlarca insanın yaşadığı bölge.Bir kişinin bile zorlanarak geçtiği daracık sokaklar , karmakarışık bir yer.İşte buraya gittik, dört çeker araçlar ile sokaklarda gezdik, evlere girdik,teraslardan fotoğraf çektik, Ne cesaret değil mi . Muhtemelen ziyaret ettiğimiz yerin bölge sorumlusu baron abinin kanatları altındaydık .Yolluk verilmiş olmalı ki sorun olmadı.İşin ilginç yanı, polise bile kapalı olan bir yer ve turizme açık… Iguassu şelaleleri, Brezilya Arjantin Paraguay sınırında bulunan muhteşem görkemli şelale. İnsan gözünü alamıyor , dökülen suyun havadaki ıslaklığıyla yağmurluklar ile bile ıslanıyoruz. Farkına varamıyoruz, hani ahmak ıslatan derler ya, zevkten ,keyiften çıldırmak içten bile değil.Hele gök kuşakları patlamaya başlayınca , tarifsiz güzellik. Manaus, Amazon eyaletinin baş şehri,gezinin kalbi Amazon.. buradan tekne ile ayrılıp 4 gün Amazon’dayız. Öncelikle şehirde balık hali, sebze hali, Rio Negro Palas , opera binası gibi yerlerin zorunlu ziyareti..Opera binası mühim, 1885 de yapımına başlanan bina da, o tarihte dünyada bilinen ünlü malzemeler kullanılmasına karar verilmiş ve Türkiye’den gelen İznik çinileri de tavan süslemesi olarak kullanılmış.Hepimizin havası tamam , yürüyüşümüz bile değişti.. Amazon,hep okuduk , büyük bir nehir , içinde piranalar yaşar, suya düşersen seni çok kısa zamanda yer bitirirler . Çok kocaman ormanlık bölge..falan, filan. Amazon,en geniş yeri 150 km. ,en dar yeri 1-3 km., yağmur sonrası sular 10-30 metre yükselebiliyor, debisi ortalama 200,000 m3/saniye, derinliği 50-100 netre , 6 milyon km2. Bütün Amazon bölgesi , Brezilya, Arjantin, Paraguay, Ekvator ,Venezuella, Peru… bir çok ülkeyi kapsıyor. Amazon bölgesinde yaşayan nüfus 150 milyon, dünya tatlı su rezervinin % 20 buradan Atlantik’e akıyor ,tekrar yağmurlar ile geri dönüyor, Kocaman kocaman rakamlar algılamakta zorluk başladı..En kolayı , mevsimler iki mevsim var , kışlar çok yağmurlu, yazlar çok sıcak. Hatırlaması da kolay.. İşte amazon’da teknedeyiz. Aaa:, suyun yarısı beyaz yarısı siyah gibi derken , beklenen açıklama geldi. Negro ve Solimoes nehirlerinin birleştiği yer. Farklı yoğunluk ve sıcaklıktan ötürü bir süre sular karışmadan beraber yollarına devam ediyorlarmış.Harika.. Geceleri kanolar ile zifiri karanlıkta gidiyoruz kayman ( timsah türü ) yakalayacağız.Herkes bakıyor ama gören yok .Çok uzakta bir çift kırmızı göz tutulan ışığa yakalanmış , gösteriyorlar ama görebilen de yok , gittik ve bir hamle de 30 cm kadar bir kayman yakaladık. Herkes eline alıp resim çektiriyor.Hayvana gerekli ilgi ve hakkında bilgilendikten sonra yolluyoruz geldiği yere. Aynı gece birkaç defa daha yakalayınca . kendimizi National Geography fotoğrafçısı sanıyoruz. Gene havalar.. Işıkları kapatınca karanlığın ve ormanın büyüklüğü ve heybeti açık olarak ortaya çıkıyor.Ertesi gün pirana yakalamaya çalışacağız, akşam yemeği için. Zor da olsa 8-10 tane yakaladık, yetmedi hepimize .Balık çorbası yanında takviye ile akşam yemeğini geçiştirdik. Gece saat 2,00 İnanılmaz yağmur yağıyor, bütün personel ayakta , bende ,. Yağmuru hiç bu kadar güçlü ve yoğun düşünmemiştim . Birkaç metre ötesi gözükmüyor, önümüz de sanki su perdesi var , havada mısır patlağı gibi aynı anda çakan şimşekler, gece ile gündüz beraber gibi , ormandaki bütün canlılar da sesleri ile senfoniye iştirak ediyorlar. . Hemen mühendis olarak , bu enerji kontrol altına alınabilse ,depolansa ne müthiş olur ..diye düşünüyorum, ve kesin kararımı veriyorum.Bu güce , doğa ya hükmetmek istiyorum ; “ doğaya hükmetmenin yolu , ona itaat etmektir “ diye sadakatimi tekrarlıyorum. Tanrım bu ne güçtür ne muhteşem bir harmoni ve gösteri..Sabah tekne de geceden kalan sadece yerlerin ıslaklığı.Yağmış galiba diye yorum yapanları duyuyorum.cevap vermiyorum,. Hava harika . Yolumuza devam ediyoruz cangıl içinde yürüyüş , aman ayrılmayın ,kaybolursanız ,kalan hayatınıza doğanın bir parçası olarak devam edersiniz diye ikaz geliyor.Önümüzdeki adamın ayak izlerinin dışına çıkmadan devam ediyoruz ve tekneye ulaştık.Eksik yok, herkes kendi hayatını yaşamaya devam. Amazon nehir ötesi bir şey, orman ötesi bir şey .. Dönüş hazırlıkları, yol uzun yaşananları, hafızamda ki kayıtlarda gözden geçirmek istedim. Yola çıkalı 30 saat oldu eve geldik ,ama hala hatırlanacak çok şey var daha. bitmemişti…… Bu gezi ile ilgili ve diğer geziler ile fotoğraf ve gezi notlarına www.hayrettinkagnici.com dan ulaşabilirsiniz. Sevgilerimle Hayrettin KAĞNICI Ağustos 2013 www.hayrettinkagnici.com

MALEZYA BORNEO GEZİ NOTLARI

MALEZYA-BORNEO GEZİ NOTLARI Uzun uçuştan sonra Malezya’nın baş kenti Kuala Lumpur’a ve doğrudan ilk gece konaklayacağımız Melaka’ya geldik. . Burası 1600 lerden gelen tarih.. şehirde;İngiliz, Hollanda, Hindistan gibi ülkelerin izleri var.Uzun tarihi geçmişin son paragrafı şöyle; 1960 yıllarında İngilizler bu bölgeden ayrılma kararı aldıktan sonra, 1963 yılında Singapur, Malezya ve Borneo adasının kuzeyi bağımsızlığını ilan etmiş, ancak 1965 yılında yapılan referandum sonucu Singapur ayrı devlet olarak yoluna devam etmiş Melaka aslında yıllar önce Çin den gelen göçebelerin yerleşim bölgesi olmuş. Bu etnik grup Baba- Nyonya (Cinden gelen tüccarlar) burada zaman içinde yerli halk Malay, Hintli gibi diğer guruplardan insanlar ile evlenerek. Perenenta diye yeni bir etnik grup oluşturmuşlar Malezya , % 60 Müslüman, kalanı Hıristiyan,Budist ve diğer din ve inançlar . Ülke 13 ayrı eyaletten oluşuyor, bunların dokuzunda sultanlık hakim .Sultanlık babadan oğula geçiyor. Tamamı Müslüman olan sultanlıklar da din etkili. Müslüman olup ta başı açık kadın veya genç kız göremezsiniz . İslami kurallar uygulanıyor.Biz, Sabah, Sarawak, Melaka eyaletlerine gideceğiz. Bu sabah erkenden Melaka’yı gündüz gözü ile gezelim bakalım pazar günü neler oluyor diye yola düştük. Kiliseler dolu, camiler vakitsiz olduğu için yeterli doluluk yok.Çevreyi dolaştık, Unesco Dünya Mirası gördük.. sonra bastık Putra Jaya’ya geldik. Baş şehir olma kuralı, yürütme , yasama, ve parlamentonun aynı yerde olmasıdır. İşte Malezya’da iki baş şehir var. Parlamento Kuala Lumpur’da, yasama ve yürütme Putra Jaya’da.Yepyeni bir şehir, gıcır gıcır.., bütün bakanlıklar , üst mahkemeler ,devlet konutları hepsi burada.Sadece görevliler yaşıyor ,sivil yerleşim yok. Her taraftan gözüken kocaman Putra Camii’ye geldik.17.000 kişilik muhteşem bir camii. Gerekli yerleri ziyaret ettikten sonra akşam üstü Kuala Lumpura’da 421 metre yüksekliğinde Menara’ya ( KL tower)çıkıp sana bir de tepeden bakalım aziz Kuala Lumpur diyelim dedik ama diyemedik.Aziz falan değilmiş İstanbul un yanında..Dünyanın en yüksek ikiz kuleleri Petronas Kulelerinde yemek yedikten sonra,otele ,cup yatak.... Sabah 04 de hareket,07.00 deki uçağa yetişmek için . Borneo adası na gidiyoruz. Borneo adası, 735.000 km2 ile Gronland ve Yeni Gine den sonra dünyanın üçüncü büyük adası. Adanın % 70 gibi bölümü Kalimantan bölgesi Endonezya'ya ait. Kalan kısım Sabah ve Sarawak eyaletleri Malezya'ya ait. Bir de dünyanın en zengin ülkesi Brunei Sultandağı da burada.Kişi başı milli hasıla 31,000 USD Artık serüven başlıyor. Yaklaşık üç saatlik bir uçuştan sonra Sabah Eyaletinde Tawau’ya geldik.Burada bizi karşılayan araç ile iki saatlik yolculuktan sonra Mabul adasına gitmek için gelen tekneye yerleştik..gırgırgır , motor çalışmıyor, gırgırgırgır yok..uzun..uğraşlardan sonra çalıştı.Tam yol gidiyoruz,,yarım saat geçti geçmedi tısss stop, motor hararet yaptı, Kapaklar açıldı uğraşlar. Tekrar gırgır yola devam. İşte Mabul adası. Gerçekten cennet, dünyanın bilinen su altı dalış merkezlerinden biri. Hafif bir yemek sonra toplantı odası. Uzun bir brifing,eğitim şart, ne zaman yenir,nerede içilir,nerede yüzülür, dalış için yapılması gerekenler..... Her şeyi öğrendik ! tamamdır eğitim bitsin artik... Öğleden sonra ilk dalışımı yapıyorum, gerekli hazırlıklar,giyindik, kuşandık cup suya..Güzel bir deniz, su altı cenneti ..hak ettiği kadar var. . Mabul adası, denizden yüksekliği ortalama iki metre olan İstanbul’daki Burgaz ada boyutunda Ekvator kuşağında bir ada.Yakın bölgede benzer özelliklerde Sipadan ve Kapadai .adaları var.Hele Kapadai deniz ile aynı seviyede,her şey kazıklar üzerinde. Ayrıca burada bir çok resif bulunuyor. Adada iki köy var. Akşam birini gezmek için yola çıktık. Derme çatma evler, baraka tarifinin bile fazla olduğu bol çocuklu bir yaşam bölgesi.İnsan olarak yaşam bu olmamalı . Buraya dünyanın her yerinden dalış için gelen insanların yaşam standartları,bir de bu insanların yaşam standartları. ..arada çoook uzun yollar var.Batsın bu dünya.Biraz dolaştıktan sonra kendi yerimize döndük. Günün sonu.. Gece yatınca , aklıma üniversite yıllarında defalarca okuduğum Georges Politzer'in ' Felsefenin Temel İlkeleri ' kitabı geldi.Zıtların birliği , her şey kendi çelişkisi ile yaşar. ..iyi-kötü, gece-gündüz, siyah-beyaz.....gibi. Buda öyle bir şey işte. “ying-yang “ Ertesi gün,sabah erken,güneşin doğuşu muhteşem, defalarca güneşin doğuşunu ve batışının fotoğrafını çekmişimdir,gene de doyamıyorum.Çok güzel, günün en başı ..enerjimi şarj ettiğim zaman.. Hep birlikte tekne ile dalışa gidiyoruz. Hareket edeceğiz, edemiyoruz.. gene. gırgırgır motor çalışmıyor tekrar dene tık yok..başlamadan 15 dakika çay molası, çaylar şirketten. Haber geldi,motor tamam hareket ediyoruz, Kapadai Resif’ine gidiyoruz. Muhteşem, harika, inanılmaz,bütün renklerde,her boyda balık. ..biraz öteden bir karaltı yaklaşıyor. Koca bir deniz kaplumbağası salına salına geçiyor..Görmedi mi yoksa bizi ciddiye mi almadı bilmiyorum.Çok yaklaştım , bir süre beraber yüzdük ..sonra herkes yoluna. Rüya gibi muhteşem hayvan. Aynı gün üç farklı yerde dalış yaptık..Aksam kahve keyfi yaparken tanıdık bir ses,ezan okunuyor. Burada iki köy var dün birine gitmiştik, bu gün ezan okunan köye gitmek için çıktık yola.Yürüme mesafesi, ilk okul ve cami var. Sağlık ile ilgili doktor veya sağlık ocağı yok. Hastalandın mı doğru camiye Allah'a dua et. Ulaşım,tekne falan çok zor. Ana karadan saatlerce uzak mesafedeyiz .Kadınların ve genç kızların bir kısmının başları kapalı. Müslümanlar başlarını kapamak zorundalar. Sabah tekne de başı bağlı bir genç kız vardı, denize girdi çıktı turbanı ile,belli ki yanındaki yavuklusu, hani çok da rahatlardı’.. Neyse, bu köy de de son derece mütevazi şartlar da yaşam.Mezarlık ,biraz karışık ,Rahmetlinin sevdiği bazı eşyalar baş ucun da duruyor.,koltuk,radyo,vazo.gibi,hala ihtiyacı var mı bilmem..Cami yi sorduk merak ettim doğrusu, bu şartlar da cami nasıldır diye.Etrafı açık havadar , ancak minber yok, kıblede tam belli değil gibi.İmam ve cemaat biliyordur nasıl olsa. Bir meraklı geldi , adımı sordu Hayrettin dedim, tanış olduk. O da cami imamı Hasan.Malezya ve bu bölge uzun yıllar İngiliz'lerin himayesinde kaldığı için İngilizce halen geçerli lisan.İmam Hasan ile genel durumlar hakkında konuştuktan sonra vedalaştık. Uzun bir gündü. Akşam soğuk bir bira ile günü kapattık. Sabah büyük bi gürültü ile uyandım, korkunç bir yağmur .deli yağıyor,gök delindi herhalde diye düşündüm..bir saat kadar devam etti. Yerli halk için çok önemli değilmiş hafif geldi onlara. Burada son kez harika denize girip balıklar ile vedalaştık, onları ne kadar çok sevdiğimizi bu nedenle de yakın akrabalarını yemeye doyamadığımızı söyledik, helalaştık, sonra yola devam. Bu gün Sarawak eyaletinin baş şehri Kuching’e gidiyoruz. Tekne , ,otobüs , aktarmalı uçak gece yarısı oldu. sonunda otele vardık. Sabah şehir turu yapıyoruz. Adını kedi'den alan bir şehir, 1841 yılında Brunei Sultanı İngiliz James Brook'u bölgeyi yerlilerden ve isyancılardan kurtarması için davet etmiş.. Dana sonraları oğlu ve yeğeni de sırayla bölgede otorite olmuş sosyal yapılandırmada çok başarılı olmuşlar. Ancak 1947 yılında yerli halkın baskısı ve isyanlar nedeni ile o dönemde hakimiyeti elinde bulunduran Wyner Brook yönetim kontrolunu kaybetmeye başlar ve bölgeyi yönetmek için İngiltere'ye davetiye çıkartır. Bu tarihten itibaren İngiltere burada resmen hakimiyeti ele almış 1977 yılına kadar da devam etmiş.Şehrin adı ise çok matrak. Son otuz yılın yönetimini elinde bulunduran Wyner Brook, bir gün yolda bir kedi görür ve nedir diye sorar . Yanındakiler ise bunun yerel lisanda 'kuching ' denilen hayvan olduğunu söylerler.Bu isim Wyner'in çok hoşuma gider ve o tarihten itibaren şehrin adı Kuching olarak kalır. Daha sonra da Sarawak eyaletinin baş şehri olur,sonraları da kedi şehrin sembolü haline gelir. Kedi müzesi, kedi anıtı, kedi heykelleri….kediden bol bir şey yok.. Bölgede halen yaşayan bir çok yerli kabileler var. Bunları yaşadıkları yerlere gidip görmek ciddi bir zaman ve organizasyon.Bunun yerine ,bu kabilelerin çoğunun kültürel olarak sembolize edildiği ,yere gidip yaşam şekillerini ve geleneksel kıyafetler ile dans ve müziklerini izledik. Az zaman da çok işler..Tarihi mahkeme binası , parlamento binası, sahil yolu, tarihi hapishane....kısacası, turistik şehir turu Bu gün erkenden Orang Utan koruma bölgesi olan Semengoh koruma bölgesine geldik, sabah beslenme saatin de görme şansımız daha fazlaymış. Orang Utan kelime anlamı olarak ' orman adamı ' anlamına geliyor.Genetik olarak % 98 insan ile benzeşiyor. Tek eşli, dokuz ayda doğum yapıyorlar, 6 - 7 yaşına kadar yavru annesinin himayesinde kalıyor, alet kullanma becerileri .....Sadece anlamadığım şey biz bu orang utan denilen hayvanları görmek için neden bu kadar yol geldik ! Bunlardan biz de en az 10 milyon rahat var, hem de seyretmesi bedava . Tek fark, çoğu şehirde yaşıyor..Hiç karabiber ağacı gördünüz mü!? Akdeniz ve Ege tarafların da gördüğümüz bize karabiber ağacı dedikleri doğru değil. Karabiber ağaçta olmuyor , açık bol güneşli bölgede dikilen sırıkların etrafına sarılan bir sarmaşık.Çalı fasulyesi gibi..ekildikten 3 sene sonra üzüm salkımı gibi meyvesini veriyor, 10 sene sonra ölüyor yeniden dikmek gerekir. Önceleri küçük salkımlar halinde olan karabiberler toplanıyor güneşte kurutuluyor, iste karabiber. Peki, beyaz veya kırmızı olanları,her renk karabiber aynı bitkiden yetişiyor, sadece farklı proses ile farklı renk oluyor. Bir de Dayak kabilesinin yaşadığı yere gidelim dedik ,ne yaparlar diye.Ama köy boş, çoğu şehre yerleşmiş hafta sonu veya tatillerde geliyorlarmış. Sadece yaşlılar köyde ,son virajı bekliyorlar anlaşılan!!...Akşam Batang Ai bölgesinde büyük bir baraj gölünün sahilinde bulunan Hilton Batang Ai Long house Resort ' a bizi bekleyen tekne ile geldik. Gerçekten tam cangıl ve güzel bir göl. Çok güzel ancak fazla sakin.. Burada bir geceden fazla sıkıntılar basabilir. Bu gün Iban yerlilerinin yaşadığı bölgeye gidiyoruz. Bir saat tan fazla ince uzun yerel tekneler ile gidiyoruz. Çok rahatsız valla,hareket edersen teknenin hemen dengesi bozuluyor.Sabun kalıbı gibi hareketsiz durduktan sonra normal duruma geçmek kolay olmadı. Bunun bir de dönüşü var..Iban yerlileri ‘long house ' denilen evlerde yaşıyorlar. Biri evlenince veya çoluk çocuk olunca,evin ucuna eklenti yapılarak ev uzatılıyor. Yap çocuk evi uzat,al kızı evi uzat..Bütün dağlar ovalar senin , uzat uzatabildiğin kadar.Evler 15- 20 metre kare bitişik odalar,önlerinde ortak yaşam alanları var, upuzun..Yerden bir kaç metre yüksekte,ahşap kazıklar üzerinde.Yerlerdeki döşeme tahtalarının araları açık, muntazam değil.Hani dikkat etmez isen parmaklardan biri araya sıkışabilir, gitti bi tane.Bütün yaşam ortak avluda geçiyor,.Su kullanımları minimum da, tuvalet durumu ise tamamen çevreci, doğal ortamda,doğrudan doğaya transfer. .Bizim geleceğimizden haberleri var ,hazırlanmışlar kıyafetler, geleneksel danslar şarkılar. .. Çocuklara hediyeleri verdik hepsi memnun. Yönetim ise babadan oğul a geçen şeflik. Ulu şef ne buyurursa odur. Karar verici o.Giderek modern dünyaya doğru hareket var.Özellikle gençlerde. Yeterince bilgilendik, fotoğraflar çektik artık dönüş vakti. Aynı ince uzun tekneler ile dönüş.. Sarawak eyaletinin 350.000 nüfusu ile ikinci büyük şehri olan Miri' ye geldik. Şehir turu,bölgede açılan ilk petrol kuyusu, en büyük Budist (Taoist)Tapınağı ve Masjin Al Macid Camii. Gariptir burada ziyaret ettiğimiz bazı camilerde mihrap yok, yerler mermer veya mozaik . Hani sıcaktan belki, halı fazla gelebilir ama bi Fatih camine, bi Süleymaniye camiine girdiğiniz zaman hissettiğiniz huşu ve etkiyi yaratmıyor. Modern bir yapı gibi. Hani bir ibadethaneye girince kendinizi farklı hissedersiniz ya işte o yok. Bu gün dünyanın en önemli ve büyük mağarası Niyah’a gidiyoruz,uzun bir yol ama değdi doğrusu hava yaklaşık 38-40 derece, nem Oranı bence 100 sizce 80 olsun. Paçalardan ter akıyor. Burası önemli bir yer. 40.000 yıl önceye ait insan kemikleri bulunmuş ve esas önemli olan bu kemiklerin, bu günkü insan kemiklerine çok benzer olması. Yani kısaca,palaeolitik dönemde yaşayan insanların bizlere çok benziyor olması. Diğer önemli olan, mezarlarında bulunan malzemelerden alet kullandıkları anlaşılıyor. Bulgulara göre burada yaşam yakın bir tarihe kadar da devam etmiş.Vay be yetişemedik adamlara....biraz daha yaşasalar tanışacak mışız.. Mağara gerçekten çok büyük , muhtemelen bir kaç köy birlikte yaşıyormuş.İşte bu bilim ve öğrenme aşkı ile geldik görmek istedik. . İnat ettik bütün parkuru dolaşalım diye. Çok akıllıca bi işmi bilmem. Kahraman Türk'ler buraya el feneri veya gerekli teçhizat olmadan da girerler. İşte bizde öyle yaptık daldık içeriye. Ama gittikçe karanlık oluyor ve her yer tamamen sıfır karanlık.Hayda, kahramanlık para etmedi,kimse birbirini göremiyor. Allahtan fenerli cep telefonlar icat edildi. Göğsümüz dik ilerliyoruz. Parkurun tamamı 1.5 kilometre, neredeyse 600-700 metresi tam karanlık hiç ışık yok. Cep telefonun ışığı ile devam, yerler rutubetten kayganlaşmış , zaman zaman çığlık sesleri düşer gibi olan birisinden. Telefonun şarjı bitse, bizi burada gelecek nesiller ancak bulurlar. Çok fazla ziyaretçi olan bir yer değil. Neyse , bir süre sonra hafif ışık belirmeye başladı ve sonunda dışarı çıkabildik. Ohh be.İşte burada o demin bahsettiğim insanların yaşam mekanlarından bir bölüm daha gördük. Gerçekten çok büyük yer altı mağarası.Yarı inat olarak geldik,akıllı olanlar ise bu maceraya katılmadılar.Boylarımızı ölçtük, hepimizin boyu uzamış,aferin bize. Şimdi, herkes birbirine bakıyor , kimse de söylemeye cesaret yok ama dönüş ayni yoldan. Hayda..mıçmak bu işte...gene aynı yoldan geri .Neyse ki dönüş daha az heyecanlı oldu.. Böyle bir yere hazırlıklı olarak gelmek gerekmez mi ?!Neyse dedik günün akşamın da, sevdiğimiz bir arkadaşımızın doğum gününü.. güzel bi balık-şarap ile kutladık.İyi geldi.. Mulu,Penan ve Berawan kabilelerinin' long house' larda 500-600 kişinin yaşadığı küçük bir köy. Buraya sadece uçak ile ulaşmak mümkün. Geldiğimiz uçak doluydu,Günde iki sefer var. Buraya sebebi ziyaretimiz,farklı bir Unesco Dünya Mirası olan Mulu National Park’ı görmek. Bölgede birden fazla büyük ölçekte mağaralar var,büyük derken her biri onlarca futbol sahası alabilecek büyüklükte. İşte onlardan birine gidiyoruz,Deer ve Lang Mağaraları.Yağmur ormanlarının içinden 4-5 km. lik yolumuz var. Hava sıcak inanılmaz rutubetli.Gerçekten çok büyük bir mağara,dibine kadar gittik, madem para verdik geldik..Bu mağaraların en önemli özellikleri, milyonlarca yarasa nın bu burada yaşaması. Bizde önce ayyy, yaaa .. dedik ancak konu ile ilgili belgeseli seyredince ooooo vay be dedik.Bu uçan memeliler her akşam, hava kararmaya başlayınca milyonlarca yarasa birlikte belli bir düzende mağaralardan çıkıp ormana beslenmeye gidiyorlar ve sabah hava ağarmadan aynı düzende geri geliyorlar..Beslenme sırasında yedikleri meyve ve tohumların orman tabanına saçılması, burada yeniden döllenme ve orman hayatının devamını sağlıyor.Çok önemli görevi yerine getiriyorlar. İşte bu nedenle yağmur ormanları yaşamlarını sürdürebiliyorlar. O zaman yaşasın yarasalar, aferin size, hem beslenin hem de ormanı yaşatın. Hava kararmaya başladı. milyonlarca yarasanın belli bir düzende ormana yolculukları gerçekten muhteşem bir görüntü. Hepsini fotoğrafladım..İşte bu mağaraları ve yarasaların bu düzenli uçuşları Unesco Dünya Mirası listesinde. Sadece bunları görmek için her yıl on binlerce insan buralara geliyor. Sabah makul bir zamanda yollardayız gene, ilk durak Penan yerli kabilesini ziyaret edeceğiz. Burada ki kabileler genelde long house larda yaşıyorlar.Valla burada ne long kalmış ne house kalmış.Aşırı yağmur ve sellere karşı ahşap direkler yerine neredeyse evlerin büyük çoğunluğu beton direkler üzerinde ve de çelik konstrüksiyon çatı.Bunlar nasıl yerli kabile, kentleşme başlamış bile.Oradan gene doğru mağaralara.Mağara adamı olduk vesselam. Hepsi aynı gibi ama hepsi farklı karakterde . Yağmur ormanlarının içinde bir nehirde altı düz dört kişilik kanolar ile gidiyoruz. Yeşilin bütün tonları, belki binlerce farklı bitki ve içinde yaşayan bir o kadar da canlı. Bunların arasından kıvrıla kıvrıla yol alıyoruz. Etraf muhteşem, Birden takiır kuturr ses , ne ola ki diye baktık nehrin bazı yerleri çok sığ , oturduk çakılların üzerine. Hayde bakalım, herkes suya, kanoyu itmek ile çekmek arası sürüklüyoruz. Hoop, tekneye devam yola, yerine göre, gene bazen birimiz bazen hepimiz kanoyu çekiyoruz.sonun da kano ile aramız da bağ oluşmaya başladı ,bazen biz bazen o bizi taşıyor.Gerçekten muhteşem bir doğa, her türlü kuş sesleri, etrafta tek tük derme çatma evler , el sallayan bağıran çocuklar, havlayan köpekler çok çok güzel. İşte Nirvana’ya ulaştığımız yer yolun sonu.Nehir burada çağlayan yatağında göllenmiş,kendimizi attık suya. Sıcak hava yoğun ter, soğuk suda yüzüyorum. Tanrım öldüm mü ne... Belki bir daha böyle fırsat yakalanamaz. İşte doyumsuz zevk.... Bunun da sonu geldi, dönüşteyiz, bir kaç defa kanoyu destekleme hareketi ile sonunda otele döndük.Bu gün Sarawak eyaletinden ayrılıp,Sabah eyaletine gitmek için havaalanına geldik. Çok küçük havaalanı , bagajlar el kantarı ile tartılıyor, neyse kilo sorunu olmadı. Gitmek için geldik ama gidemiyoruz, teknik bir arıza yüzünden uçuş iptal, başka uçuş yok bu gün,tornistan geri . Bu gece de Mulu’dayız. Hafif bir dinlenmeden sonra , madem buradayız, akşam üzeri tekrar yarasaların beslenmek için mağaralardan çıkışını seyredelim dedik, yakın bir yere gittik bu sefer. Yüksek bir tepe, beklemekteyiz, o da ne derken amanın korkunç bir sağanak fotoğraf makinesini zor torbalayıp yerleştirdim. Kuru hiç bir yerimiz kalmadı, zaten bir süre sonra ıslandığınızı hissetmiyorsunuz, gözlerimizin önüne akan suları sile sile yürüyoruz. Acele yok yavaş yavaş , etraftan bize bakanlar ya deli yada vay be diyorlardır. Ben sonuna kadar bu keyfi yaşıyorum. Bu sabah erkenden Sabah eyaletine gidiyoruz. Malezya’da eyaletler arası geçişlerde de pasaport kontrolu,yerli halk içinde de kimlik kontrolu yapılıyor. Sabah'ın baş şehri Kota Kinabalu'ya sonun da gelebildik.Buranın % 20 si Müslüman kalan çoğunluk Hıristiyan ve diğer din ve inançlar. Yolda 2002 yılında açılmış modern Şehir Camii gördük , içine girme fırsatımız olmadı ancak dışarıdan fotoğraflayabildik. Program, ertelenen uçuş nedeni ile biraz karıştı. Arayı kapatmaya çalışacağız. Bu gün süpriz olsun diye erken kalkalım.! dedik..Unesco Dünya Mirasi Minabalu Milli Parkında yürüyoruz.Gene yeşilin her tonu gene kocaman kocaman ulu ağaçlar. Ancak , merak ettim , her yer her şey güzelde Unesco Dünya Mirası neden ?!!Burası yaklaşık 200 kilometre karelik bir bölge ve dünyada sadece burada yaşayan bazı hayvanlar var, burada dört farkı yükseklik seviyesinde yetişen endemik bitki örtüsü varmış. doğa da yürüyüş.Kanopy'le gidelim dendi tamam..Herkes başka anlamış geldik, girdik kuyruğa para verdik, fotoğraf makinesi için ilave para , tırman allah tırman,yerden 30-40 metre yüksekte teller ile karşıdaki ağaca bağlanmış köprüden geçeceğiz. Öndekilere bakıyorum hepsi dans eder gibi yürümeye çalışıyorlar..en fazla altı kişi ..diye uyarı geliyor.. Yolladım hanımı önden resmini çekeceğim diye, vay be koşa koşa gidiyor. Bismillah deyip ilk adımı attım, , yerden 30-50 metre yüksekte tel köprüden sallana sallana geçiyoruz köprüyü. Oh be derken geldiğimiz başka bir ağacın tepesi.. Artık alıştık çevreyi görüyoruz, fotoğraflar çekiyoruz..ikinci köprü derken üçüncü köprüde artık çok rahat yürüyüşler. Hava rutubetli ve sıcak, öğlen,buz gibi bira ile keyif yaptık. Geldiğimizden beri duyduğumuz bir efsane var. Adı Rafflesia . 20 yılda bir açan dünyanın en büyük çiçeği ve en fazla 5 gün açık olarak kaldırmış. Yolda büyük bir ilan 150 metre ileride rafflesia çiçek açmış 1. gün. Yippu kısmete bak derken .dur heyacan yok bakmak, bedava değil. Sağlam pazarlık ile adam başı 5 Dolara girdik. Herkes kuyrukta. Geldik raflesia'nin başına. Aslında çok özelliği olmayan sarmaşık türü bir bitki. Kalın gövdesi ile başka bir ağaca sarılarak yaşıyor.Ağaca sarıldığı yerde çiçek açmış yaklaşık 90 cm çapında koyu kırmızı ortası çukur gibi çiçek. Gerçekten görülmeye değer. Tomurcuklanmaya başladığından itibaren dokuz ayda çiçek açıyor ve 5 gün sonra soluyor. Bekle 20 sene daha. Adamlarda bu fırsatı değerlendiriyor yanlış yok .Tamamdır, helal olsun. Gerçekten büyük şans bizim için..Yola koyulduk, ver elini Sandakan. Sandakan , Sabah eyaletinin ikinci büyük şehiri , genelde balıkçılık ile uğraşıyorlar,en güzel ve en ucuz balık burada bulursunuz diye reklam yaptılar. Peki dedik, görelim bakalım. Oturduk bi balıkçı restoranina , bir şeyler geliyor, hepsi deniz Ürünü ...Temizlik 4 puan, pişirme 6 puan, sunuş 4 puan...gerçi haksizlik yapmayalım , Asya mutfağı bizim mutfağa pek yakin değil. Artik son günler seçici olmaya başladık galiba.Geceyi güzel bir otel keyfi ile tamamladık. Erkenden bu bölgede bulunan Sepilok Orang-Utang rehabilitasyon merkezine gidiyoruz. Saat 10.00 yiyecek konulan merkezlere geliyorlar, Seyir kısmı kalabalık herkes fotoğraf çekme derdinde. Efendiler geldiler, burada kolay yiyecek bulunca çok fazla saldırmıyorlar. Biraz nazlı gibiler.. yeterli fotoğraf çektik, güneş acıtırcasına yakıyor, şapka falan kar etmiyor beynim hafiften fokurdamaya başladı. Burada bulunan orang-utang ları korumak ve sağlıklı yaşamları için kurulmuş bir merkez. İngiliz hükümetinin büyük desteği ile yaşıyor.Bir dişi orang utang hayatı boyunca en fazla 3 doğum yapıyor,hamilelik süreleri 9 ay, bir seferde, bir doğum yapıyorlar, yavruları yetişkin oluncaya kadar beraber oluyorlar. Bu nedenle çoğalmaları kolay olmuyor. Hayvanların kendi kuralları açık ve net, hayvan olup hayvan gibi yaşıyorlar, keşke bizler de insan olup insan gibi yaşasak.... Bilit ormanı’nda, Kinabatangan Nehri kenarında bulunan Bilit Adventura ResorT'a geldik. Aksam olmak üzere, bölge halkının akşam beslenmelerini görmek için tekneler ile ormanın içinde yol alıyoruz.Orang utang, maymunlar , makaklar, kurtlar kuşlar...hepsi besleniyorlar ve geceyi geçirmek için güvenli bir ağacın tepelerine yerleşmeye başlıyorlar. Hava iyice karamaya başladı, onlara afiyet olsun iyi geceler deyip otelimize dönüyoruz. Burası tam bir cangıl, yağmur ormanları. Gerçek vahşi yaşam. Şöyle bir keyif yapmak istedik yemek öncesi. Elde kalan mevcutlardan bir kadeh ile günün yorgunluğunu atıyorum. Her taraf sakin, otelde internet bağlantısı yok, televizyon yok, cep telefon bağlantısı zayıf, Teknolojiden sadece jeneratör ile sağlanan elektrik var. Galiba böyle bir şeye ihtiyacım vardı. Doğanın sesi, kendi iç dünyamın sesi, sessizliğin sesi...sakinlik ve huzur ...eşime bakıyorum, sessizce konuşuyorum onunla.aynı şeyleri anlatıyor. Bir kaç gün kalınır mı diye geçiyor aklımızdan.. Bizim beslenme saatimiz, aksam yemeği için hazırlanıyoruz. Görünen o ki herkes hayatından memnun . Mevcut olan yemekler ile karnımızı doyuruyoruz. Bir sure sonra çevrede bizden başka kimse kalmadı. Mevcut şişe sayımı yatık, tamam yeterli mazot var. Hafiften şişeleri boşaltmaya başlayınca, başladı ince saz...tamam artık içkiden değil mutluluktan tatlandık. Giderek şarkılar, türküler derken danslar oynamalar...personel şaşkın ama merakla izliyor. Yatma zamanı....Sabah 5.00de bölge sahiplerine sabah kahvaltısına davetliyiz. Vahşi yaşamda genel de beslenme sabah erken ve aksam saatlerinde oluyor. Gene kuşlar..yılanlar, maymunlar, makaklar, kısaca bölgenin gerçek sahipleri güne hazırlanıyor. Buranın önemli sembollerinden biri de hornbill . Buraya özgü bir kuş, nesli tükenme noktasında . Öldürene beş yıldan başlayan hapis ve ciddi oranda para cezası. Hepimiz heyecan ile hornbill görmeyi bekliyoruz, derken rehberin çığlık gibi sesli işareti ağacın üstünde duruyor diye. Sanki bir tane ağaç var da rahat göreceğiz. İşaretler tarifler ,hah sonunda gördük galiba ama çok uzakta bir kuş , renkleri ve boyutu çok anlaşılmıyor. Neyse ki şanslıyız bu gün çok hornbill gördük. Bölge halkına afiyet olsun dedikten sonra , ,simdi sıra bize afiyet olsun da. Burada doğal olarak sinek, sivrisinek, her türlü börtü böcek mevcut. Onlar da buranın yerli halkı sayılır,. Önceleri mücadele ettik, sprey , sinek kovucu gibi malzemeler ile...sonunda anlaşma yapmaya karar verdik bu arkadaşlar ile. Anlaşma metni, onlar bizi ne zaman isterlerse sokacak veya kanımızı emecekler biz onlara bir şey yapamayacağız. hatır hutur kaşınmaya devam. Zaten sinek kovucular da bitti ayrıca bi boka da yaramıyorlar hiç olmaz ise hoş görü ve delikanlılık falan. Pez...ler acımasız her tarafımız kabardı Kahvaltı dan sonra eve dönüş başlıyor. Burdan Tawau'ya, oradan Kuala Lumpur'a ..Kuala Lumpur’dan gece yarısı dönüş uçağımız.Bir tam günümüz var,.Hafif birşehir turu ile günü değerlendirelim diye düşündük. ' Batu Cave Tempel' büyük blr mağara ve içinde Hindu’lar için çok önemli bir tapınak var.Şubat ayında büyük geleneksel dini törenlerini burada yapıyorlarmış, aslında görülmeye değer, muhtemelen çok renkli oluyordur diye düşünüyorum. King Palace , burada sultanlık ile yönetilen 9 eyaletin sultanları tarafından dönüşümlü olarak kullanılıyor. Her beş yılda bir başka bir sultan burada ev sahipliği yapıyor ve ülkeyi kral ve Kraliçe olarak temsil ediyor. Ancak seçim ile gelen Başbakan esas yönetimin sorumlusu. Kral ve Kraliçe biraz sembolik gibi. Merkez cami, ulusul cami diye de tercüme edilir 'National Mosque' çok geniş bir alanda daire şeklinde bir cami. Her zaman ziyarete açık değil, Müslüman’ım dedim ,hafif bir imtihan ile barajı geçtik girdik içeri. Birisinin adağı vardı galiba, büyük bir yemek daveti, masalarda, yerler de herkes bir şeyler yiyor. Davet aldık kibarca teşekkür ettim, Modern çizgilerde temiz güzel bir cami. Malezya'da halkın % 60 ı Müslüman , bazı bölgelerde ve sultanlık ile yönetilen yerlerde dini şartlar ağır basıyor kapanma zorunlu kadınlar ve kız çocukları için.ve en önemlisi 'şeriat’ mahkemeleri var. Müslüman'lar arasındaki ihtilaflar, evlenme,boşanma ve bazı ticari davalara bu mahkeme bakıyor ve Kuran'a göre hüküm veriliyor.Şer’i kurallar. Çok isteyen , meraklısı gelsin görsün bakalım bu işler kaç delikli oluyormuş.!.. Artik vakit dolduruyoruz... Burada en dikkatimi çeken konulardan biride, otellerde, restoranlarda, Havaalanlarında, bir çok yerde "düryan "ile girilmez veya "düryan "yenmez levhaları var. Kavuna benzer üzeri dikenli gibi bir meyve Tadının lezzetli ,ancak korkunç bir kokusu var. Hani temizlik yapılmayan umumi tuvaletler vardır ya işte aynen öyle kokuyor.Yani düryan yemek, tuvalette kavun yemek gibi bir şey.Hoca Nasrettin'e sormuşlar,' tuvalette sakız çiğnemek günah midir' diye , hoca cevabı yapıştırmış, 'günah değil, ancak birisi görse b.k yediğini zanneder '.yesen bir türlü yemesen bir türlü. Otel odasında yenildiği zaman ancak odayı badana yaparak kokudan temizlemek mümkün oluyormuş.Kalıcı ve ağır bir kokusu var.Müşterisi de çok, herkes kendine ait bir yerde yiyor. Afiyet olsun, bi eksiğimiz o kalsın. Malezya 30 milyon nüfuslu bir ülke, son 30 yılda büyük gelişmeler olmuş. Sanayi devrimi, özellikle otomotiv sanayi , elektronik sanayi, gibi bir çok alanda.. Otomobil sektöründe ' Proton ' ve ' Probua ' diye iki milli otomobil markası var. Tabi burada ciddi petrol çıkıyor ve ihraç ediyorlar, ,katkısı çok büyük.Bu gün Malezya, dünya da hızla gelişmekte olan ülkelerin başında geliyor. Tabi hızlı gelişmekte olan ülkelerin bir yerin de büyük refah varken diğer tarafı halen sefillik olabiliyor. Bu gezi ile ilgili fotoğraflara aşağıdaki linki çift tıklayarak ulaşabilirsiniz. mailto:http://hayrettin.smugmug.com/Travel/BORNEO/38523966_GDVwRN#!i=3183218955&k=xx2qC9b Veya; diğer gezi fotoğraflarının da bulunduğu, www.hayrettinkagnici.com sitesinde Borneo dosyasını tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sevgilerimle Hayrettin Kağnıcı Mart 2014

12 Temmuz 2014 Cumartesi

ÇİN UYGUR ÖZERK TÜRK BÖLGESİ





ÇİN,SİNCAN  UYGUR ÖZERK BÖLGESİ


Geldik Kaşgar’a. Kaşgar şehrinin tarihi yerlerini gezdik ve tabi ki Kaşgarlı Mahmut'un Türbesini ziyaret etmeden geçemezdik. Kaşgarlı Mahmut 11, yüzyılda yaşamış  ilk Türkçe Sözlük (divan-i Lugati-t Türk) ve Türkler hakkında ilk derleme  yapan önemli bir Türk dil bilgini. Kaşgar, bölgede önemli bir şehir, biraz karışık ve dağınık gibi. İlk dikkatimi çeken şey yazılar oldu. Her yerde  aynı tabela üzerinde  Çince karakter, Arapça harfler ve Latin harfler ile yazılan yazılar. Hangisi hoşuna giderse, anlarsan onu oku. Saat 22,00 hava hala aydınlık güneş hava da, neler oluyor burada da dedik.Bütün Çin coğrafyasında tek saat uygulaması varmış. Yani her yerde saat Pekin saatine  göre . Karışıklık yok.Bazı yerlerde gece yarısı hala güneş, bazı yerlerde gündüz ama akşam gibi.  Olsun  varsın dedik Yolda Yengisar’da ihtiyaç molası.  Her taraf bıçak satan  dükkanlar. Bıçakçılık Uygur’ların baba mesleği her çeşit var. Düz olanı kıvrık olanı, çatallısı, topuzlusu..çeşit çeşit.Çok ihtiyacımız olduğundan!başladık pazarlığa. Kural söylenen fiyatın yarısını ver.Çok heyecanlı, herkesin elinde bıçak pazarlıkta. İşte pazarlığın en heyecanlı yerinde kötü haber geldi, bunları gümrükten valizlerin içinde bile olsa çıkaramazsınız. Bütün heyecan bitti, ufak çakılar ile yetinmek durumundayız.İhtiyaçlar tamam.Yola devam ediyoruz Yarkent’te geldik öğle yemeği ve çevre ziyareti..
Yarkent, Uygur müzik tarihinde çok önemli yeri olan   “ oniki mukam “ (müzik makamı)  nın derlendiği yer ve derleyen Amanişah’ın mezarı da burada.Orta Asya da çok bilinen biri. Bu gün Cuma  merkez cami önündeyiz, yollar sokaklar, meydan  dolu, herkes namaz kılıyor. Vay be her gün böyle mi oluyor diye düşündüm..Meğerse,burada merkez camiler sadece Cuma Namazı için ibadete açılıyor ve herkes de orada Cuma Namazını kılıyormuş. Güzel..Gelmiş iken büyük usta Amanişah’ın mezarını ziyaret etmek istedik.Namazın bitmesini bekleyeceğiz türbeye girmek için. Kalabalık dağılsın.Namaz bitti kalabalık dağılmıyor etrafımızı çevirdiler bizi inceliyorlar.Manzara şu; onlarca ayakta duran adam , ağızları yarım açık boş ve uzun bakışlar.Bakışıyoruz ,resim çekiyoruz ..uzaylı muamelesi yapıyorlar bize.Bunu yaşamak istedim, gruptan ayrıldım etraftan dolaşıp onların arasına karıştım. Bende arkadaşlarımı Uygurlu hemşerilerim ile beraber seyrediyorum. Valla hani boş boş bakmak keyifli geldi.Durum karıştı, hem onlara bakıyorlar hem de bana, gülüşüyoruz ama kim neye gülüyor belli değil.İşin tadını kaçırmadan helalleşip ayrıldık.
 Uygurlular ile konuşmak keyifli, zor da olsa anlaşılıyor.. Muhteşem Süleyman ve Kurtlar Vadisi dizilerini burada  bilmeyen yok.Çok önemli.. Konu açılıyor dizi hakkında konuşuluyor ama bende tık yorum yok..televizyon dizileri seyretmeme kültürsüzlüğü ile karşı karşıya kaldım. Doğrusu biraz utandım, Artık seyredeceğim!!
Artık gezinin heyecanlı bölümü başlıyor. Taklamakan çölündeyiz. Çöl üzerinde uzun yolculuktan  sonra Hotan şehrine  geldik. Hotan’da sabah hava değişik, sis gibi de pusa benziyor ,açık gibi de  kapalı sanki , değişik bir durum. Ay da fazla  parlak gibi gözüküyor ve de büyük gibi.. Öğrendik ki, havadaki pus değil çöl tozu, diğeri de ay değil güneşmiş.Vay be çok şaşırdım valla, ilk defa böyle bir şey görüyorum. Hotan, çölün ortasında bir vaha şehir. Havada devamlı çöl tozu var. Rüzgarsız günde  bile tozlar havada asılı duruyor. Burada yaşayanlar günde bir kg. kadar toz yutarlarmış, rehberin ifadesine göre. Hadi yarısı olsun, azmı! Her şey ortada, etler, ekmek, sebze ıslak, kuru her şey açıkta satılıyor, çoğunlukla sokakta  pişirilip yeniyor. Bu çöl  kumu yemek ile biter mi yahu. Afiyet olsun... Eski bir nehir yatağına gittik, herkes  nehir yatağında bir şeyler arıyor, yaklaştık sorduk, yeşim taşı arıyorlarmış. İlgilenince hepsi ceplerinden parlak taşlar çıkarıp satmaya çalışıyor. Hayırlı işler size. Define avcılığı gibi bir şey. Bir şeyler buluyor musunuz diye sorduk, uzun  uzun  tıraşı bol avcı hikayeleri. Biraz alış verişe bakalım diye talimat geldi hanımlardan,. Halı ve taş mağazasına geldik, rehber hanut peşinde  her türlü ilgi alaka tamam.. Geldik büyük bir mağazanın önüne, etrafımız gene bir sürü işsiz Uygurlu hemşerim ile çevrildi. Manzara aynı, ağızlar yarım açık uzun ve boş bakışlar ile bize bakıp inceliyorlar. Burada da uzaylı muamelesi yapıyorlar. Belli yabancıya pek alışık değiller. Fırsat deyip bi sürü fotoğraf çekiyorum. Hoşlarına gidiyor, hele çektiklerimizi  gösterince  değmeyin keyiflerine hepsi mutlu. Bir kaçı bize resimleri yolla diyor, ama nasıl olacak oda bilmiyor bizde  bilmiyoruz. Görünüyor ki işsizlik büyük,  herkes  boşta. İş var gel çalış  desen , çalışırlar mı bilmem..!
Çölün içinden yola devam, neredeyse beş yüz metre  ötesi gözükmüyor çöl tozundan. Maskesiz gezmemek lazım galiba.. Burada çöl tozu yaşamın bir parçası. Yani köşe bucak her taraf ,arabaların içi dışı  toz. Sonunda  Mingfeng şehrine geldik. Çölde bir otel .
Bu gün hafif çılgın bir gün olacak. Sabah 05.00 yoldayız, çölde güneşin doğuşunu seyredeceğiz. Gerçekten çok güzel, değişik etki veriyor. Bakıyorum, kimisi heyecanlı, kimisi dilek tutuyor  ya tutarsa diye, kimisi duyguları ile yüzleşiyor.. herkes durumu değerlendiriyor .. Kahvaltı müthiş çay dahil her şey var ,mekan Taklamakan çölü. Yetmedi,öğlen yemeği de çölde piknik usulü.Vay be uçsuz bucaksız derinlik sonsuzluk böyle bir şey demek ki..Kum tepelerine tırmanıyoruz,yuvarlanıyoruz, şarkılar, danslar. Velhasıl çocuklar gibi şendik..Taklamakan  çölünü baştan başa geçiyoruz, toplam 600 km. gideceğiz sonsuzluk duygusu ile. Lastik patlasa ,arıza olsa bize bizden başka fayda olmaz.Taklamakan çölü yaklaşık 330.000 km2.neredeyse Türkiye’nin yarısı gibi.. Adamlar çölün tam ortasından yol yapmışlar ve yol boyunca damlalıklı sulama boruları döşemişler. Yol kenarlarında yetiştirilen  çöl bitkileri, rüzgar ile gelen kumları tutsun yol kapanmasın diye. Şu Çinliler çılgın adamlar vesselâm ... Akşam Korla şehrine geldik. Bölgenin   ikinci  büyük  şehri.Buradan ayrılmadan
önce, İpek Yolu üzerinde önemli yerlerden biri ve şehrin ana girişi olan Demirkapı’ya geldik. Zamanında kervanlar, tüccarlar, gezginler ,din adamları hepsinin  şehre giriş yaptığı dar boğaz.En önemlisi Marco Polo da ilk defa Çin’e buradan giriş yapmış.Yüz yıllardan beri her şey aynı değişiklik yok. Hatta Marco Polo’nun ayak izleri bile.
Bu gün gezinin en önemli günlerinden biri bence, Uygur Türklerinin geçmişten beri yaşadığı Turfan şehrine geldik.Yaşı 35-40 ın üzerinde olanlar hatırlar. Çocukluğumuzda manavlar, satıcılar bağırırlardı, " abla turfandan bunlar, turfandaaan ", zamanından önce çıkan meyve sebze için. Ne olduğunu tam anlamazdık ama iyi bir şey diye düşünürdük. İşte o turfan , buradaki Turfan mış. Yazın hava sıcaklığının +55 dereceye,toprak üstü sıcaklığın +85 dereceye  kadar çıktığı, kışın da -15 dereceye kadar düştüğü  bir yer.  
Tanrı Dağlarından eriyen kar ve buz suları, yüzeye yakın yeraltı su havzalarında toplanıyor. Yerleşim bölgesi bu yeraltı su havzalarından kot farkı olarak 80-100 metre aşağıda. ( Deniz seviyesinden de  154 metre ) 2000 - 3000 yıl önce burada yaşayan kavimler, bu yer altı havzalarındaki suyu keşfetmişler ve kanallar ile   toplama göletlerine taşıyarak tarım yapma projesi geliştirmişler. Yerin üzerinden kuyu gibi delikler açarak belli bir derinliğe indikten sonra, su havzası ve suyun taşınacağı  istikametine doğru kanallar açmışlar. Bu kanal daha ileride açılan belli derinlikteki başka bir kuyu ile her iki istikamete doğru açılan kanallar ile tekrar birleştirilmiş ve bunlar tekrarlanarak açılan kanallar birbirine bağlanmış. Bu şekilde  kanallar birleştirilerek devam etmiş. Ancak önemli konu, kanalın nerede ve hangi derinlikten başlayacağı ve sonra açılan kuyunun hangi derinlikte olması gerektiği. Açılan kuyu derinlikleri ile bağlanan kanalların eğimi uygun ve devam ediyor olmalı ki su kendi doğal eğimiyle (cazibesiyle) aksın. Bu şekilde suyu toplama göletlerine taşımayı başarmışlar. Yani, yerin 80-100 metre altındaki suyu, yer altında açılan kanallar ile buradan da 70-80 metre daha düşük kod da olan yerleşim bölgesine yani yerin üzerine sıfır koduna çıkarmışlar. Bu ince ayar kilometrelerce devam etmiş. Yazması okuması kolay, o dönem de ciddi bir mühendislik harikası.  O dönem Milattan önceki dönem!! Kilometrelerce kanal kazacaksın yerin altından, hem de kendi yaptığın ilkel aletler ile , topraklarını dışarıya taşıyacaksın ve eğim de 80-100 metrede sıfır kodunu yakalayacaksın.. Vay be, bu nasıl iştir o dönemde.Anlatması bile kolay değil.. Günümüzden  yaklaşık 1500 yıl önce buraya yerleşen Uygur Türkleri de bunları kullanmış, yenilerini de açmış, günümüze kadar  da devam ettirmişler. Helal sana Uygurlu hemşerim. Bu kanallara Karez deniliyor.Bu gün halen binlercesi kullanılan bu karezlerin toplam uzunluğu 5000 km.. İşte bu sular ile yaptıkları tarım da büyük başarı elde etmişler. Çöl kumları ile beslenen verimli toprak, uygun klima, bol oksijen ve sulama ile bu bölgede mahsulün diğer bir çok bölgeye göre çok daha   erken olgunlaşmasını  ve bereketli olmasını sağlıyor. Burada her şey  yetişebilir. İşte bu mahsuller o dönemlerden beri dünyanın her tarafına gidiyor, hem de ilk çıkan ürün olarak.
Düşünüyorum da, bize eğitim süreçlerinde bir gün çölde kalırsan nasıl tahretlenirsin ( kıçını nasıl silersin su olmadan ), nasıl kumda teyemmüm (susuz abdest alma) edilir öğretilirdi. Bunları öğreneceğinize veya yanı sıra Türk Soyu Uygur Türkleri neler yapmış bu muhteşem mühendislik olayı anlatılsa yanlış mı olurmuş. Bre adam, yaşadığım coğrafyada  çöl mü var!!
Turfan'dan Urumçi şehrine  gidiyoruz , yolda eskilerden Emin Cami'yi ziyaretten sonra, bir yer altı müzesine geldik. Salonlardan birinde, bir tarafta son derece itina ile yerleştirilmiş döneme ait kahramanların, komutanların heykelleri var. Diğer tarafta ise bu ülkeye iyi niyetle gelmiş fakat buradaki tarihi eserleri yurt dışına kaçıran hırsızların heykelleri. Evet, açıklamada aynen ne için geldikleri ve neyi çaldıklarını anlatan levhalar var ve  hırsız olarak belirtiliyor,  bütün açık kimlikleri ile birlikte. Harika, ne güzel valla, böyle teşhir etmeli bu tip deyyusları herkese. 
 Geldik Urumçi'ye, şehir turu akşam güzel bir lokalde arkadaşlarımızın evlilik yıldönümünü kutladık.Urumçi, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin baş kenti. Diğer yerlere göre daha modern gibi  yüksek binalar yollar iyi de trafik boktan.  Burası Orta Asya'nın eğitim, kültür, ticaret merkezi.Bu coğrafyada yollar burada kesişiyor. Bölgenin  yönetim merkezi.
İpek Yolu güzergahımızın  son noktası Dunhuang şehrine geldik. Burası da önemli merkezlerinden ve ipek yolu ana kavşaklarından biri. İpek yolu sadece ticaret yolu değil aynı zamanda kültür ve sanat yolu. Budizm de bu yolla buraya gelmiş ve Asya'ya yayılma da önemli noktalardan bir yer olmuş. Magoa    Mağaraları da 4. asırda bu amaç için yapılmaya başlanmış ve yıllarca devam etmiş. Dağın bir yüzeyinde, tamamen oyularak yapılan bine yakın odalar ve bunların içinde de buradaki toprak oyularak yapılmış Budizm mabetleri ve Buda heykelleri var., Unesco Dünya Mirası olmak için, tespit edilmiş olan altı kriterden birinin olması yeterlidir. Dünyada altı kriterin altısını da sağlayan sadece
Venedik şehri ve Dunhuang Magoa Mağaraları var. Bu açıdan çok önemli bir yer. Her bir oda ayrı bir sanat eseri gibi ve müthiş bir koruma var.
Dunhuang şehri Gobi Çölü’nün  tam ortasına kurulmuş bir vaha şehir. Bizde de çöl  alışkanlığı başladı ya ! bu sefer de çölde güneşi batıralım dedik, ver elini Gobi çölü. Vermedi elini,  yok öyle bedava, giriş paralı. Çinli abiler bu işi iyi tutturmuş. Son kalan çerez ve içkilerimiz ile çölde güneşe karşı... Gerçekten güzel ve yaşanası olay. Teşekkürler Tanrım sana..
Artık demir alma zamanı geldi bu  limandan,  dönüş başlıyor. Sincan Özerk Uygur Türk Bölgesinden  ayrılıyoruz , Pekin üzerinden  evimize gidiyor
Sincan Özerk Uygur Bölgesi; Kendi bayrağı altında Doğu Türkistan devleti olarak 1950 yılına kadar   varlığını sürdürmüş.Bu tarihten itibaren Çin'in burayı işgali ile Sincan Uygur Özerk Türk Bölgesi  olarak adlandırılan bölgede nüfusun % 48 si Uygur Türkleri,  % 30  Çinli (Han Çinlileri), kalan kısmı Özbek, Kırgız, Moğol  ve diğer etnik gruplar. Çin'de toplam 56 etnik grup mevcut.Bunlardan 47 farklı etnik gruptan insanlar burada yaşıyor. Ortak ve resmi lisan Çince . Bir sürü de farklı lisanlar var. Herkes farklı konuşuyor..Gözüken o ki, Uygurlar çoğunlukta olsalar da ekonomik ve siyasi hakimiyet Çinliler de.1999 yılında ki Urumçi deki yaşanan olayları sorduk,yaklaşık çoğu Uygurolan  yüzlerce  kişi ölmüş,  bir çok  kişi de hapis. Sebep; Uygurlulara göre Çinliler Müslümanlara karşı ve onları sevmiyorlar. Çinliler ise bir grup Uygur bağımsızlık için harekete geçti,  Çin hükümeti de  buna karşı burayı asker ile kontrol altına aldı diyor. Şu anda sessizlik ancak sanki  ateş halen kor gibi. Öncelikle  petrol  ve tarım en önemli sektör.  Çinliler büyük yatırım yapıyorlar, yollar, binalar , tesisler..Uygur özerk bölgesi ama.söz Çinlilerin. 
İpek Yolu gezisinde, Özbekistan/Taşken’ten  başlayarak Türkiye'ye kadar uzanan esas İpek yolu üzerinde Dunhuang’a kadar  yaklaşık  9000 km yol yaptık. Kolay olmayan, ancak değişik ve farklı bir seyahat. Çok sıcak günlerden , soğuk günlere geldik, çölleri, farklı kültürleri yaşadık farklı tarihi dönemleri gördük. Marco Polo'nun ayak izlerini takip ettik.  Birçok Unesco Dünya Mirası gördük. Evlerde konuk olduk, güzel insanlar ile Türkçe konuştuk. Türk soyları * ile tanıştık. Dop dolu günler, çok güzel ve keyifliydi.
*TÜRK SOYU;
Türkçe konuşan ülkelerin kurduğu kültür teşkilatıdır.2 si gözlemci12 si cumhuriyet olmak üzere toplam 14 daimi üyesi vardır.Bagımsız cumhuriyet ile yönetilen ülkeler: Türkiye,Azerbaycan,Kırgızistan,Özbekistan,Kazakistan,Türkmenistan’dır. Tataristan,Başkurtdistan, Altay Cumhuriyeti,Saka Cumhuriyeti (Yakutistan),  Hakasya Cumhuriyeti  (Hakas) ve Tuva Cumhuriyeti  ise Rusya sınırları içerisinde bulunan özerk Türk cumhuriyetleridir. Moldova Cumhuriyetinde yaşayan Gagavuz Türkleri ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan Türkler ise gözlemci üye statüsündedir. Uygur Türkleri, merkezi yönetim  olan Çin hükümetinin onayı olmadığı için gözlemci statüsü kazanamamıştır,
 
Sevgilerimle
 
Hayrettin Kağnıcı

 
Mayıs 2014
 


 

tanzanya 2010

KIRGIZİSTAN GEZİ NOTLARI


 





KIRGIZISTAN






 

Otobüs ile sınır kapısına kadar geldik, herkes aşağıya,  bavullar elde uzun ve bozuk yoldan  sonra pasaport kontrolü. Kuyruk kısa ama zaman alıyor. Tam otomasyon olmayınca bekle ,birde  valizlerin açılıp tek tek aranması,sorgulanması ..gerginlik. yeter ama. Nihayet Kırgızistan‘a girebildik.. Bekleyen minibüs ile Hosth şehrine gelip  gerçek bir Kırgız ailenin evinde öğle yemeği yedik. Harikaydı her şeyi unuttuk.. Sonra Unesco Dünya Mirası olan Hz. Süleyman Dağına tırmandık. Tam ve eksiksiz bütün bilgileri ! aldıktan sonra akşam uçağı ile baş şehir Bişkek ve doğru cup yatak.

Türklerin İslamiyeti kabulünden önce Şamanizm döneminde mezarlarında kullandıkları üzerlerinde resimleri olan balbal'lar ( mezar taşları ) ve çevre gezisi..  Tekrar  uzun ve bozuk yollardan sonra Narin şehrine vasıl olabildik.Beklentimizin üzerinde  otel.. Kırgızistan'ı neredeyse baştan  başa geçiyoruz. Tanrı dağlarında kar ve buzulların arasından  geçerek  Taşrabat  kervansarayına geldik. Burada o dönemlerden kalan kervansaray ve çevreye göz attıktan  yakında olan  Kırgız yurtlarını  (çadır, oba ) ziyaret etmek istedik, çok memnun oldular. Dağın başı,4- 5 çadırlık  geniş bir aile. Belli burada hayvancılık yapıyorlar. Kırgız' lar Türk soyudur ve burada bizi geleneksel misafirperverlikleri ile karşıladılar, yemek ikram ettiler. İnanın habersiz geldik, bu şartlarda  yarım saate  tertemiz örtülerde muhteşem ikramda bulundular .Çok güzeldi valla, teşekkürler Kırgız hemşerim.  Yola devam,  3574 metre yükseklikte Torugart geçidindeki Kırgızistan sınırına geldik. Gümrük  çilesi başladı gene.Gümrük memurunun nihayet gelişi ve sonunda pasaport kontrolünden çıktık.Bu ülkeye girmekte zor çıkmakta. Hayde bakalım, gene valizleri   yüklen boktan bozuk  yolda yürüyerek Çin tarafına geçtik.Sınırları yürüyerek geçmeye alıştık..Geçtik Çin’e  Meğerse çile bitmemiş.Esas çile daha yeni başlıyormuş.. Bütün valizler, üzerimiz, çektiğimiz fotoğraflar dahil,donumuza kadar arandık Gecenin bi yarısında  Kaşgar'a geldik.Artık zora alıştık,bundan sonra her şey kolay..

 

Kırgızistan; 1991 yılında bağımsızlığını kazanmış,  ayaklarının üzerinde durmaya çalışan bir ülke. Ancak, fazla bir tarih yok, yer altın da , yer üstünde de bir şey yok. Böyle olunca sosyal yaşam ve diğer şartlar zor gibi. Sanki Sovyet özlemi var gibi mi ?! Kırgızistan ismi nereden gelir bilir misiniz?! 5.  yüzyılda kuzeyden bu bölgeye  gelen, başlarında kadınlar olan kırk farklı Türk soyu grup buraya yerleşmişler. Zaman içerisinde " kim bu gruplar " sorusunun cevabı " kırk gızlar " diye anılmış ve bu zamanla Kırgız olarak yerleşmiş. Türk  soylarında kadın hep güçlü, hakim yöneten olmuştur. İstiklal savaşında da Türk kadını erkeği ile birlikte savaşmış, beraber at binmiş, kuru dilim ekmeğini erkeği ile paylaşmış ve de çocuklarını yetiştirmiştir. İşte geçmişten beri bu kadar güçlü , akıllı, yönetici Türk kadınını biz bu gün geri plana atıp, çarşafa sokmaya çalışıyoruz, o da  sığmıyor bu kalıba.!!. Hangi  din, mezhep, inanç olursa olsun, bu mudur olması gereken.!!

 



Hayrettin  Kağnuıcı

KAPODOKYA 2008

















































ÖZBEKİSTAN GEZİ NOTLARI


ÖZBEKISTAN


 Özbekistan'ın ikinci büyük şehri Semerkant, İpek yollarının en önemli kavşakların biri ve Timur'un  mezarının olduğu yer. Burada her şey Timur  adına, karısı Bibi Hatun adına, çocuklarının adına, akrabalarının adına yaptırılan camiler, külliyeler, anıtlar.  Eserlerin çoğu ölümünden sonra kaderine terk edilmiş veya yıkılmış. Bu gün bütün olarak ayakta  çok bir şey kalmamış. Bu kadar büyük komutan ölünce neden arkadan gelenler bunlara sahip çıkmamış aksine bazılarını yıkmışlar! .14. yüzyılda hükümdar olan Timur (Timurlenk veya Aksak Timur)) yaşam süresince    bölge ve kendi halkını korku ve zalimce  yönelmiş . Sonra gelenler de kendisini çok hatırlamak istemedikleri için eserlerine sahip çıkmamışlar  diye düşünüyorum. Semerkant'tan Timur'u  çıkarırsanız   geriye pek bir şey kalmaz. Ancak bütün eserlerinde gerçekten büyüklük ve muhteşemlik var. Özellikle Registan Meydanı bir çok sanat ve toplantı etkinliklerinin yapıldığı üç tarafı medrese olan  muhteşem bir meydan  . Bilinen büyük edebiyatçı  Alişir Nevai de burada yaşamış.  Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Sirin ..gibi ünlü romanların yazarı.Uzun bir otobüs  yolculuğundan sonra Timur’un doğduğu yer Şehri Sabz’a  (yeşil şehir ) geldik. İlginç bir yer. Çevreyi ve  tarihi yerleri gördükten sonra Timur’un muhteşem saraylarından Aksaray’a geldik. Gerçekten muhteşemmiş, ancak geriye sarayın koca giriş duvarından başka bir şey kalmamış, yıkılmış. En önemlisi, sağ iken yaptırdığı  mezarı, öldükten sonra unutulmuş olmalı ki  Semerkant’a gömülmüş. Burada ki mezarı ise yıllar sonra tesadüfen bulunmuş.Timur’un bilinen en büyük heykelinin önünde poz poz resim çektirdikten sonra    geç saatlerde  Buhara şehrine geliyoruz

Buhara Ortaçağ döneminden tipik bir Orta Asya şehrinin bozulmamış örneği gibi. Baştan sona  medreseler, hanlar, hamamlar,  tarihi eseler ile dolu bir şehir. En büyük şaka da Nasrettin Hoca  heykeli ! Neden burada belli değil. Fıkra gibi, Özbekistan da  Nasrettin Hoca..hah hah ha....

Çoğunluğu çölde geçen uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Ortaçağ da köle ticaretinin merkezi olan Hiva şehrine geldik. Hiva Ortaçağ döneminde İpek yolu üzerindeki en önemli kavşaklardan biri. Döneminin özelliklerini aynen muhafaza etmiş masal gibi bir şehir. En önemli dört Han'lık tan birinin merkezi ve Abu Reyhan El-Biruni (gök bilimci, doğa bilimci.. ) ve  Musa El- Harezmi ( gök bilimci, matematikçi) gibi bilim adamlarının yetiştiği çok güzel şehir.


Sabah Taşkent'ten Fergana vadisine gideceğiz, yollar  büyük araçlar için uygun olmadığından binek arabalar ile gidiyoruz. Fergana vadisi, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ı içine alan Orta Asya'nın en verimli en bereketli yeri. Özbek nüfusun üçte biri de burada yaşıyor. 1700 lü yılların başında  var olan ve aynı yüzyılın sonun da Rusların istilası ile kaybolan  büyük Kokand Han'lığı da burada yaşamış. Yolumuzun üzerinde, ekmek pazarına uğradık. Onlarca ekmek satan tezgahlar yan yana dizilmiş bir sürü farklı değişik ekmek satıyorlar.otlusu,tuzlusu, peynirlisi.soğanlısı ,çeşit çok hangisini istesem al.Satıcıların hepsi  hatun, süslenmişler satışın keyfini sürüyorlar.Fotoğraf çektirmeye de pek meraklılar hani.Çoğunun  ön dişleri sıra sıra  altın, bu herhalde statü belirliyor.En fazla altın dişi olan en makbul gibi.Elime bir kağıt tutuşturdu güzel kızlardan biri,  hey ne oluyor dedim  ama laf aramızda havalara da girdim  haa,, yürüyüşüm değişti, Hemen çaktırmadan rehbere gösterdim fısıltı halinde ne yazıyor diye.Adresini yazmış çektiğim resimleri istiyormuş. Tısss…Kokand ve Fergana şehirlerini şöyle bir dolaşıp mektep, medrese, cami, külliye,  saray ,müze gibi yerleri gördükten sonra otelimize geldik. Yolda bir sürü "dalyarak "gördük! !!....Hey hey bi dakka,.Şimdi siz, aaa ne kadar ayıp,  ne kadar kötü diye düşünüyorsunuz.!?..peki ne demek, manasını biliyor musunuz….devamını gör